Asılsız “Beyaz masumiyetler” ülkesi

Ahmet Demirhan

Ahmet Demirhan

“Ann alle Nederlanders, Er is iets de hand met ons land”.

Bu, Hollanda Başbakanı Mark Rutte’nin geçtiğimiz Ocak ayında bütün gazetelere verdiği bir ilanın ilk cümleleriydi ve ilanın bütün Hollandalılara bir mektup gibi yazılmış bir içeriği vardı.

Rutte, “Bütün Hollandalılara! Ülkemizde bir şeyler yanlış gidiyor” diyordu. Yanlışın kaynağında ise, Rutte’ye göre, “Ülkemiz bir yandan çok müreffeh iken, diğer yandan nasıl oluyor da bazı insanlar çok zavallıca davranabiliyor” oluşu yatıyordu.

“Müreffeh” kelimesine bakarsak aslında “bazı insanlar”ın “zavallıca” davranışının bir “fakir”in davranışına benzettiği aşikardı Başbakan’ın.

Bunun eşliğinde bir çağrı da yapıyordu Rutte: “Ya normal davranın, ya da ülkeyi terk edin” (Doe normaal of ga weg”).

“Ga weg”, belki de Hollandada son yirmi-otuz yıldır en çok kullanılan cümlelerden biriydi: “Çek git”, “terk et”.

Demek ki “normal olmayan” bir şeyler vardı ve bu o kadar “aşikar”dı ki Rutte’ye göre, “çözüm”ü de basitti: “Çözüm, insanları karalamak, bütün grupları hakarete maruz bırakmak ya da def etmek değil, ülkemizde neyin normal, neyin de anormal olduğunu apaçık kılmak”tı.

Çözüm “mentalite meselesi”ydi. “Çekin gidin” diyen bir Başbakan’ın “mentalitesi”, bir yandan kimseyi karalamamaya, kimseyi def etmemeye, kimseyi taciz etmemeye dayanırken, diğer yandan da o kadar karalayıcı, o kadar taciz edici ve aslında “def olup gidersiniz” tehdidini o kadar içerici bir içeriği haizdi yani; ancak zaten sorun da burada: Hollanda “mentalite”si, kendi içinde o kadar iyi, o kadar saf, o kadar temiz ve bulaşmamış tahayyül ediliyor ki kendi açmazını, kendi paradoksunu göremiyor.

Gösterildiği zaman da bir türlü kabul etmiyor. Zaten Başbakan’ın gazetelere tam sayfa ilan vererek ülkesinde “bir şeyler”in “yanlış” gittiğini söylemeye sevk eden de, bu paradoksu bir türlü görememe nedeniyle yaşanan gelişmelerdi.

Başbakan Rutte, ülkesinde neyi “anormal” buluyordu?

Şu tipleri: “İnsanlar, insanlar ülkemizde özgürlük için geldikleri halde, özgürlüklerimizi her şeyi berbat etmek adına kullandığı zaman giderek artan bir huzursuzluk hissediyoruz. Uyum sağlamak istemeyen, adetlerimizi ve değerlerimizi benimsemeyen insanlar [bunlar]. Eşcinsellere saldıranlar, kısa şortlu kadınlara bağıranlar ya da Hollanda halkına ırkçı diyenler”.

Diğerlerinin, “normal” karşılamamak gerektiği halde, her toplumda şöyle ya da böyle var olabildiğini biliyoruz (Hollanda’da kadınlarına pantolon giymeyi yasaklayan dini gruplar var mesela).

Ancak aslında Başbakan Rutte’nin böyle bir ilanla Hollandalılara seslenmesinin asıl nedeninin, “Hollanda halkına ırkçı diyenler” olduğunu gösterir gelişmeler yaşanmıştı tam da o sıralarda. Rutte, Hollanda halkına “ırkçı” denmesine çok sinirlenmişti. Hem de müreffeh Hollanda’da yaşayan bir takım zayıf ve yoksul ruhlar tarafından.

Şuydu o gelişmeler de: Bizim Noel Baba olarak bildiğimiz, Saint Nikolas ya da Santa Claus da denilen mitik-dini figür, Hollanda’da ‘milli’ bir kimliği haiz ve ona Sinterklass derler.

Hollanda’nın Noel Baba’sını diğerlerinden ayıran bir özelliği de vardır: onun “Zwarte Piet” denilen, “Siyahi Piet” diye çevirebileceğimiz yardımcıları vardır. 5 Aralığı 6 Aralık gününe bağlayan gece, onun günüdür ve o günler, Sinterklaas Bayramı olarak kutlanır.

Bayramda Sinterklaas, yanında bir sürü “Siyahi Piet” olduğu halde, sokaklarda dolaşır; çocuklara hediye dağıtır; gelip geçenle şakalaşır. “Siyahi Piet”, onun yardımcısı gibidir; lakin onun rolünü, daha çok yüzünü siyaha, dudaklarını kırmızıya boyamış, kıvırcık zenci saçını andırır peruklar takmış beyazlar oynar. O kadar ki o günlerde Hollanda sokaklarında bu şekilde kılığa girmiş sayısız insanla da karşılaşabiliriz. Aşikar ki “Siyahi Piet”, aslında sömürgeci bir geçmişin izini taşımakta ve Sinterklaas’ın kölesi gibi davranmaktadır.

Ancak son birkaç yıldır özellikle sömürgelerden gelerek Kıta Avrupası Hollandası’na yerleşen bir çok “beyaz” olmayan Hollandalı, bu adetin haklı olarak “ırkçı” olduğunu ileri sürerek Sinterklaas Bayramı’nda protestolar düzenliyor.

Hemen hemen her yıl yüzün üzerinde gösterici bu nedenle göz altına alınıyor. Mesele o kadar büyüdü ki Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığını Tasfiye Etme Komisyonu, Hollanda’ya çağrı yaparak “Siyahi Piet”teki ırkçı tasvire son verilmesi çağrısında bulundu.

Ne var ki geçmişte de kadınların kendisine üye olması yasak olan ve hatta kadınların oy kullanmasına dahi karşı çıkan Hristiyan fundamentalist bir partinin devletten mali destek almasına son verilmesini isteyen BM’ye uzun yıllar ayak direyen Hollanda, bu konuda da adım atmamaya kararlı görünüyor.

Tartışma elbette bu yıl da bütün şiddetiyle ve bir yandan “Siyahi Piet” kılığına girmiş kadın-erkek “beyaz” Hollandalılar ile diğer yanda onları protesto eden ve üzerilerine “Siyahi Piet’e Hayır” tişörtleri giyen beyaz olmayanların protestolarıyla sürdü.

Sadece Rotterdam’ın küçük bir ilçesi olan Maasluis’te 100’ün üzerinde protestocu tutuklandı. Gerekçe, Sinterklaas günü, bütün protestoların yasaklanmış olmasıydı.

O kadar ki polis Sinterklaas ile etrafında ona hizmet eden çok sayıda “Siyahi Piet”i korumak için onların etrafını kuşattı.

20 kadar aşırı sağcı protestocu ise, “Siyahi Piet”i protesto edenleri protesto etti. Oysa Rutte son noktayı koymuştu: Hollandalılar ırkçı olamazdı, onlara ırkçı diyenler için işte kapı oradaydı.

Mesele elbette burada bitmiyor. Bu tartışmayı da oya tahvil etmek isteyen aşırı sağcı ve İslamofobik (hatta Türkiye’de liberal diye bilinenlerin gönül rahatlığıyla kullandıkları “İslamofaşist” ibaresinin yayıcılarından) Gert Wilders, eğer partisi PVV hükümeti kuracak bir oy oranına kavuşursa, “Siyahi Piet”in yüzünü sadece kahverengi veya siyaha, dudaklarını da kırmızıya boyayacağı, başına ise kıvırcık zenci saçını andırır bir peruk takabileceği; bunun dışındaki herhangi bir “Siyahi Piet” tasvirine izin vermeyeceği bir planı yürürlüğe koyacağını açıkladı.

İşte Başbakan Rutte’nin “Ann alle Nederlanders” diye başlayan tam sayfalık ilanı, Wilders’ın bu açıklaması üzerine geldi.

Rutte, görünüşte karşı çıktığı Wilders’ın açıklamasını almış, son zamanlarda giderek artan “Siyahi Piet” tipinin “ırkçı” olduğunu iddia eden kesimleri de hedef alarak, onlara Hollanda’da neyin “normal” olduğunu hatırlatmıştı: Kimse Hollanda geleneklerinde derin izleri bulunan ve kültürel bir mirası yansıtan “Siyahi Piet” tiplemesi için “ırkçı” diyemezdi.

Çünkü Hollanda, ebed müddet ırkçı olamazdı. Hollanda’nın “normal”i buydu ve bunu beğenmeyenler “çekip gitsin”di.

“Siyahi Piet”in eski sömürgeci ve ırkçı bir tasvir olduğunu söyleyenler, “herşeyi berbat etmek” isteyenlerdi. Zaten Hollanda halkının yüzde 70’i de “Siyahi Piet” figürünün bu şekilde kalmasını destekliyordu. Hem zaten muhtemelen kendisi de Hollanda’nın sömürgelerinden olan Surinam kökenli, asıl adı Dew Baboeram olmasına rağmen çalışmalarını Sandew Hira adıyla yayınlayan, Hollanda’daki International Institute for Scientific Research (IISR; Uluslararası Bilimsel Araştırma Enstitüsü) direktörü tarihçi, “Hollanda bacaları, beyaz birinin içine girip altından bir Afrikalı olarak çıktığı diğer bacalardan nasıl farklı olabilir ki?” diye sormuyor muydu? “Siyahi Piet”in “siyahi” olması, tabiatı icabıydı; “normal”di yani.

Ancak iş bu kadarla da kalmıyor. 2015’te, Ta-Nehisi Coates’in, Türkçeye de çevrilen, Dünyayla Benim Aramda adlı kitabının da yer aldığı, Amerika’da ırkçılığı ele alan başka iki kitaba daha yer veren bir ‘kitap tanıtımı’ yayınlandı Hollanda’nın ciddi gazetelerinden NRC Handelsblad’ta. Ancak yazının içeriğinden çok sunumu ciddi tartışma yarattı.

“Nigger, are you crazy? Hoe vernietig je de zwarte identiteit?” (“Pis zenci, deli misin? Siyahi kimlik senden nasıl yoksanıyor?”) başlığı yanında, tam da Wilders’in resmi “Siyahi Piet” tasviri olarak kabul edeceğini ilan ettiği şekilde “zenci” görsellerinin yer aldığı yazı, özellikle sosyal medyada çok tepki topladı.

Bunun üzerine NRC Handelsblad, bir açıklama yaptı: “nigger”, İngilizcede saldırgan bir kelime olabilirdi; ama Hollandaca o saldırganlığı taşımıyordu. Dolayısıyla “yalnızca Twitter okuyan Hollandaca bilmeyenlere mütecaviz davranmamak” adına görselleri kaldıracaklardı.

Elbette ki ne “nigger” kelimesinin anlamına dair söylenenler doğruydu ve ne de görselleri kaldırdılar. Kısacası, NRC Handelsblad’a göre, Amerika’da geçmişten beri bir ırk ayrımcılığı problemi vardı ve birileri bu yüzden gazetelerinin seçiminden rahatsız olmuş olabilirlerdi. Lakin Hollanda’da böyle bir şey yoktu, her şey çok “normal”di ve hiçkimse gazetenin seçiminden dolayı kendisine ayrımcılık yapıldığı hissine kapılmazdı. Çünkü Hollanda “gidsland”tı, yani “rehber ülke”ydi; hoşgörü diyarıydı; çok kültürlüydü; kimse Hollanda’da ırkçılık yapıldığını iddia edemezdi. Hollanda o kadar ileriydi ki Hollandalılar “a priori olarak düşünürler ve yanlış yapmazlar”dı.

Bu “a priori olarak düşünürler ve yanlış yapmazlar” ifadesi, hadi Wilders bir yana, Başbakan Rutte’de de görülen, ama basından sokaktaki adama kadar da yayılan “Hollanda mentalitesi”nin kendilerinin fark edemeği paradoksu tanımlamak için Surinam asıllı Hollandalı tarihçi Gloria Wekker’in kullandığı bir ifade.

Wekker, bu “mentalite” için bir isim de bulmuş: Beyaz Masumiyet. Bir akademisyen olarak Hollanda’da katıldığı seminerlerde, konferaslarda, ten renginden dolayı, konferansa katılan “beyaz” akademisyenlere hizmet edecek görevli zannedildiği bir çok vaka başından geçen Wekker’e göre Hollandalı beyazları, bırakınız ırkçı olabileceklerini, “Siyahi Piet”in ırkçı bir temsil olduğuna ikna etmek dahi imkansız.

O kadar ki ırkçı olduklarına dair suçlamaları bir hakaret olarak değerlendirmekle kalmazlar, bu suçlamayı yapanı kendi ilerici ve öncü ahlaki değer ve normlarına uyum sağlamayan “ahlaki bir cehalet ve kültürel bir başarısızlık” olarak size geri yüklerlerdi: Kim ki Hollanda’yı suçlar, aslında ya ahlaken ye kültürel olarak kendisi suçludur.

Ama Hollanda’da öyle bir “beyaz ırkçı muhayyilesi” vardır ki Wekker, akademik ortamlarda ve hatta sınıfta Hollanda’da ırk konusunun huzursuzluk yarattığını da belirtir. Wekker’in White Innocence (Beyaz Masumiyet) adıyla yayınlanan kitabında, bunun, “Siyahi Piet” meselesinden ülkede Müslümanları istemeyen ve bunun için siyasi bir oluşum oluşturan, ancak bar tuvaletlerinde Faslı erkeklerle birlikte olmaktan çekinmeyen eçcinsel Pim Fortuyn vakasına kadar, hem kültürel ve hem de psikanalitik yönden çeşitli çözümlemeleri mevcut.

Böylece Wekker, aslında Hollanda’nın sömürgeci geçmişinin verdiği kirli ve kibirli bir mirasın ürünü olan bu “mentalite” nedeniyle, beyazların, Hollanda’da sanki ülkenin sömürgeci bir geçmişinin olmadığı; sanki o geçmiş aslında çok kültürlü bir mirasın bir yansımasıymış gibi ele alındığı bir beyaz muhayyilesi bulunduğunu gösterir.

Yalnız Wekker’e bir ilavede bulunmak da gerekmektedir. Aslında bu kibir, öncelikle ‘püriten’ bir ruh halinin de yansımasıdır. Dolayısıyla dinsel bir tarafı da vardır.

Aslında bu o kadar dışa kapalı ve kendini merkeze almış bir ruh halidir ki, Simon Kuper’in Ajax’ın tarihine dair yazdığı kitapta da gösterdiği üzere, geçmişte Nazilerle işbirliğinden çekinmeyen bir kulüp şimdi maçlarında İsrail’in Davud yıldızlı bayrağını hiç çekinmeden tribünlere asabilmektedir.

musIoIlAisIoI

Rutte, bir mektup olarak yayınlanan ilanında, “Er ligt slechts één vraag voor: wat voor land willen we zijn?” (Cevaplanması gereken bir soru var: Ne tür bir ülkede yaşamak istiyoruz biz”) diye de soruyordu.

Bu yazıyı yazdığım sırada henüz sandıklar kapanmadığından 15 Mart seçimlerinde nasıl bir parlamento tablosunun ortaya çıkacağı belli değildi (dolayısıyla seçimlere dair vaat ettiğimiz yazıyı bir sonraki yazıya erteliyoruz.) Lakin seçimlerden ne sonuç çıkarsa çıksın, Hollanda’nın Rutte’ninkinde olduğu gibi kendi ırkçılığını saklayan o retoriğinin neredeyse sokaktaki adamdan basına, akademiden Sinterklaas Bayramı’na kadar yansıyan yanıyla, cevap belli aslında: Asılsız Beyaz Masumiyetler Ülkesi.

Diğer Yazıları