Artık tam zamanıdır

Öyle ya da böyle, Barış Pınarı Harekâtı’nda durumun devamını, ABD ve Rusya’nın tutumu belirleyecek.

Dış politika hakkında ahkâm kesecek değilim. Ne bu konunun uzmanıyım, ne de elimde kapı arkası bilgi var.

Ama. Dış politikada gördüklerimizin, görmediklerimizin milyonda biri olduğunu bilirim.

Süreçte gördük ki;

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurumsal iletişimini içerisi ve dışarısı olarak ikiye ayırmış.

İçeride işi iyi götürüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün seçim olsa birkaç puan yukarıya çıkabilir.

Ve fakat. Dışarıya dönük iletişimde, sonbahar yaprakları gibi dökülüyoruz.

Uluslararası kamuoyuyla iletişimimizi “turist müşteri”ler düzeyinde, Turizm Bakanlığının “Deniz, kum, güneş, tarih” anlayışına terk etmişiz.

“Terör”ün sadece Avrupa ülkelerine özgüymüş gibi algılanmasına müdahil olmamışız.

“Ülkemizdeki Suriyeliler” meselesinin anlatılmasında harcanan onca paraya, yapılan projelere rağmen bir gıdım yol gidememişiz.

Arap halkının Erdoğan sevgisine gereğinden fazla güvenmişiz.

ABD’deki Trump karşıtı medyada bile bir tek dost tutmamışız. Amerikan kamuoyuna, -ki en hassas oldukları konu olan- “çocuklarınız uzak topraklarda neden ölüyor” sorusunu hiç sormamışız.

ABD’deki lobilerimiz, ABD’nin mesajlarını bize taşımaktan, bizimkileri onlara taşımamış.

Elçiliklerimiz, resepsiyonlarda temsil görevinden bir milim ileri gidip, derdimizi anlatma girişiminde bulunmamış.

Hadi geçtim Mustafa Akıncı falan, KKTC halkına Türkiye’ye nasıl baktığını hiç sormamış, çıkarımda bulunmamışız. 

Dünya kamuoyuyla iletişim dilimiz 1920’lerden çok geride ama 1950’ler düzeyinde kalmış.

Diyeceğim o ki, ülkemizin iletişimini eş, dost, arkadaşa havale ederek çözeceğimiz fikrinden uzaklaşıp işi ehillerle kurulacak bir merkeze bırakmanın artık tam zamanıdır.

ÜÇ DURUMA ÜÇ İLETİŞİM ÖNERİSİ

Bir, Trump’ın bunca yeni iletişim teknolojisine, canı sıkıldığında telefona sarılmasına rağmen mektup yazması da, içeriği de plan dahilindedir.

“Denklik ilkesi” nedeniyle karşılığı da mektubu yırtarak değil mektupla verilir.

Keşke bizimkiler, “Türkiye Trump’a cevap veriyor” minvalinde bir mektup kampanyası başlatsa ve ilk üçe giren mektupları Trump’a yollasa.

Ne güzel bir hamle olur.

İki, milli maçlarda futbolcularımızın asker selamı vermesine soruşturma açan UEFA’ya gönderilecek savunma metnini hukukçularla iletişimciler birlikte hazırlasa.

Zira, sevinirken elimizi neremize koyacağımıza UEFA mı karar verecek, sormalıyız.

Üç, öyle bir etkinlik planlasak ki, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı kendisinin artık yok hükmünde olduğunu anlasa.

NEDİM ŞENER BANA BİR ANLATSA

Sevgili Nedim Şener acilen bilgilendirmene ihtiyacım var.

Senden başka güvenilir kaynağım yok.

Bir bakıyorsun FETÖ’ye para yardımı yapan futbolcu Emre’ye bakanlarımız forma hediye ediyor.

Bir bakıyorsun, Bülent Arınç’ın FETÖ irtibatlı damadı suçsuz bulunuyor.

Bir bakıyorsun, FETÖ’cülükleri ortada olan Ahmet Altan’gillere bir şefkat havası esiyor.

Bir açıkla Nedim Şener, FETÖ ile mücadeleden vaz mı geçildi?

Bilelim de, pozisyonumuzu ona göre alalım, milletin tek safı biz miyiz?

ANLAMIYORUM

Harekâtla ilgili tutumuyla halkın desteğini kazanan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Sirkeci ve Haydarpaşa Garlarının ihalesini üç günlük iş adamına verilmesine sessiz kalarak halkın hakkaniyet hissinin yara aldığını fark etmeyişini anlamıyorum.

Bursa’da, boya fabrikaları Cenüp Deresi’ne kimyasal atık döküyor. Balıklar ölüyor, dere ölüyor. Kimin yaptığını bulmak o kadar basitken hiçbir şey yapılmayışını anlamıyorum.

Müziğimizin efsanesi Selda gibi bir devle, Aleyna Tilki gibi üç günlük şarkıcıyı nasıl olup da aynı cümle içerisinde kullanabiliyorlar, anlamıyorum.

HİSSİYAT

Ülkecek akrep çukuruna atılmış “Kara Murat” rolündeki Cüneyt Arkın gibiyiz.

Bir taraftan FETÖ, bir tarafta PKK/YPG vs., bir tarafta DAEŞ..

Bir yanda AB ülkeleri, bir yanda sinsi Arap tayfası, Rusya’sı, ABD’si, Suriye’si, Mustafa Akıncı’sı…

Neyse ki, Mustafa Kemal’den gelen “biz bitti demeden bitmez” ruh halimiz var…

BİRAZ CİDDİYET

Hıncal Uluç’un pek sevdiği TGRT, harekâta verilen beş günlük arayı ekranda geri saymaya başladı.

Halbuki, siyaset zamanı ile medya zamanı ayrı şeylerdir.

Dış politika “Yaparsın Aşkım” tarzı bir yarışma yerine konmayacak kadar ciddi bir iştir.

BİR ROL MODEL Mİ ARIYORSUN MEDYA?

Öyleyse dünya şampiyonu İbrahim Çolak’a sadece “madalya aldı” çerçevesinde spor haberi olarak bakma.

Programlara çağır, konuş onunla.

Dünya şampiyonluğu başarısını, “90 saniye için 19 yıl çalışmak” olarak adlandırıyor.

Başarı koşullarını da şöyle sıralıyor;

Çok çalışmak,

Adanmışlık,

Biraz manyaklık,

Tutturuk olmak,

Kafayı takmak,

Disiplinli olmak,

Azim,

Pek çok şeyden vazgeçmek,

Hedefe kilitlenmek.

Başarılı olmak için kişisel gelişim kitapları okuyanlar, bu listeyi anlasa yeter. 

BİR ROLEX SADECE SAAT DEĞİLDİR

Geçen yıllarda Ebru Şallı, “50 yaşında bir erkeğin Rolex’i yoksa kaybetmiş bir adamdır” demişti.

İşte o Rolex’lerden birini pahalı hediye vermesiyle ünlü Demet Akalın, Berkay’ın eşine hediye etmiş.

Kadın da satmaya karar vermiş.

Dedikodu sever saatçi, durumu Demet Hanıma yetiştirmiş.

Vay sen misin hediye saati satan? Kıyamet kopmuş.

Valla arkadaş, biri bana Rolex hediye etse ilk yapacağım iş gidip satmak olur.

İnsanlar, aldığınız hediyeleri sevmek ve saklamak zorunda değil.

Bir anlasanız, evlerimiz dolaplarımız ne yapacağımızı bilemediğimiz hediye mezarlığına dönmeyecek.

GİZLİ SALGIN

Ülkemizde grip salgını olunca uyarılar artıyor.

Ve fakat.

Ülkemizde bir ishal salgını var, gizli falan da değil, ayan beyan ortada:

Çene ishali salgını.

Telefonda aylık konuşma süresinde 476 dakikayla Avrupa’da birinci sıradaymışız.

Bu ishalle mücadeleyi kim yapacak?

NEREDE BU ADAM?

Bin bir cefayla transfer ettik. Günlerce onla yattık, onla kalktık. Bütün yaz, gelecek ve bizi kurtaracak diye umutlar bağladık.  

Geldi ama ortada yok.

Falcao.

Real Madrid maçında da oynamayacaksa, bunca taraftarın onca parasını bu adama neden yatırdık?

Terim-Falcao egolar savaşı mı, nedir?

Bir an önce mesele çözülsün de yediğimiz kazıkla kalmayalım.

İŞTE BU

Duruşuyla bile beni geren aktör John Malkoviç, Hürriyet’ten Aslı Barış’a “Eleştirileri asla okumam” diyor.

Ben okurum. Ama. Eleştiriyi kimin yaptığı önemli.

Mesela, bir filmi Ömür Gedik ya da Atilla Dorsay beğenmemişlerse, o film tam benliktir. 

BEŞİKTAŞ KONGRE ÜYESİ OLSAYDIM

Ben de “Geleceğe zincir vuran düzeni yıkmaya geliyorum” diyen Çebi’yi desteklerdim.

Sadece Beşiktaş’ta değil, sporumuzun her alanında düzenin yıkılmasına ihtiyaç var.

Ben de “Menajerlik düzenini yıkacağım” diyen Çebi’yi desteklerdim. 

Çebi kazandı, bakalım ne yapabilecek…

NE GICIK ŞEY ŞU INSTAGRAM

Instagram’ın Türkiye’deki ismi “kedili köy” olmalı. Kediyi bulan paylaşım yapıyor.

Millet, kendisinin ne paylaştığından daha çok başkasının paylaşımında açık arıyor.

Asla sır tutmuyor. Mesela İstanbul’dasın, bir şey paylaştın, “Ooo İstanbul’daymışsın, beni aramadın” sitemine gark oluyorsun.

Gıcık şey.

AKLIMDA KALAN

Dünyanın protestolar yumağına dönmesi: Lübnanlı sokakta. Vergileri protesto ediyorlar. Londra’da Brexit için bir milyon kişi sokakta. Fransa’da sarı yelekliler zonklamaya devam ediyor. Adamım Bauman da diyor ki “Yeni dünyada insanlar, kutlamalar için değil, korkuları nedeniyle bir araya gelirler.” İşte tam da bu nedenle, bizim 23 Nisan’ı coşkuyla, hep birlikte festival gibi kutlamaya ihtiyacımız var. İşte kaldı 185 gün!

Diğer Yazıları