Yaşanmış Hikâyeler 1 - Amca damat nedir?

Artos yamacından göle bakan evin ön bahçesinde, maydanoz kerdisi artlarken Hediye Nine’nin kelimelere serdiği yaşam hikâyesini dolaşıyorduk.

Anlatıcımın babası 1915 Rus işgalinden kaçan bir kafle (kafile) ile Van’daki köyünden Adana’ya varmayı başarmışlardan. Yüzbinlerce insanın yollarda “kara askerlerce (Ermeni çeteciler)” katledildiği; açlıktan veya soğuktan can verdiği perişanlık zamanında “en büyük işin” hayatta kalabilmek olduğu savaş yılları!

“Mavi gözlü Muhammet” olarak anılan muhacirimiz henüz on beşinde. Yaşı, harbe alınmak, tarla sürmek, koyun gütmek kısaca sorumluluk almak için yeterden fazla. Yokluğun ulusları sıkıp bitişe götürdüğü uzamda, ormandan odun taşıyıp satarak yaşamını sürdürür ( bu arada ailenin akıbetini atlıyor Hediye Nine).“Üvey anne elinde kalmış” sıska bir kızcağız olan Çeşminaz, süreli ırgatlık karşılığında kendisiyle “everildiğinde” kaldıkları izbe artık aç kalmaması gereken iki nüfus ağırlar.

Evlenmeleri öyle pek de ilgi çekici bir olay değildir. Gene de çok sonra,“Külbaş Çeminaz!” demek akıllarına gelir komşuların! ”Seni kuyruklu Kürde vermişler; başına ne geldiğinden haberin bile yok… Zavallı!.. ” Ve başlarlar Kürtlerin “ne menem şey” olduklarını anlatmaya!

Korkuya kapılır kızcağız. “Kuyruklu adam!.. İnsan da değilmiş! Nasıl olur… Üç harflilerden mi yoksa!” diye diye dövünür; tâki akşam eve gelen kocası onu görülmeyen bir kuyruk sahibi olmadığına kahkahalar eşliğinde ikna edinceye dek!

“Bir zaman sonra (1917) Ruslar geri gittiğinde, hayatta kalan kim varsa yavaş yavaş toprağına döner.” Muhammet ve Çeşminaz da öyle.

Tümü yakılmış evlerden harabeye dönen köyde yaşam tekrar canlanır.

Düzeltme çabası zaman zaman güncel hayatın ince detaylarına kadar iner. Örneğin büyükler “Çeşminaz “ isminin garip olduğunu ve hem Kürtçe hem de söylenişi kolay  “Gülizar” ile değiştirmek gerektiğini söylediğinde, söz hemen tutulur ve aynı hızda uygulanır.

Çeşminaz’dan (nazlı gözler), Gülizar’a (ağlayan, feryat eden gül) geçilirken, iki kelamın da Osmanlıca olduğuna dikkat çekip tatlı tatlı gülümseyecek biri de olmaz mı ki… Olmaz işte!

Muhammet’in yaptığı iki göz toprak evde dünyaya gelir ailenin ilk çocuğu Hediye. Ardından da diğerleri…

On iki yaşında olduğu bir yaz günü, bizimki “eşiği süpürmüş behriye (koyun sağımı) giden annesini beklerken” kapıya iki süvari gelir.

Anne baba ile ilgili soru-cevap bittiğinde binekler bağlanır ve misafir amcalar içeri buyrulur.

Birkaç ay sonra aynı ekibin ziyareti fazladan iki kadınla yinelenir. O gün geceye erdiğinde annesi Hediye’yi tandır evindeki leğende yıkayıp paklar. Ucuna renkli çaputlar doladığı kırk örük yapar saçlarından. Ve mum ışığında saatlerce uğraşır, küçük kırmızı elbiseyi dikmek için.

Uykusu kaçan Hediyecik yorgan altından sorar: “Anne odadaki misafirler kim?”

“Akrabalarımız.”

”Niye gelmişler?”

“Seni almaya.”

“Niye? Beni nereye götürecekler?”

“Dayınlara gezmeye götürecekler.”

“Dayımlara gideceğimi duyduğumda sevinçten şaşkına döndüm; aslında bir dayım olduğunu da bilmiyordum. Demek ki vardı!”

“Dayı evi bir kızın gezmeye gideceği, gece kalacağı tek yerdi çünkü.”

Gün ışımadan yapılan kahvaltı sonrası annesi yeni elbiseyi giydirip üst başını düzeltir. Dayısı evinde uslu durmasını; söylenen her şeyi yapmasını öğütler. “Yolda acıkırsan ses etme ayıptır. Bunları göstermeden ağzına at” diyerek fistan ceplerine kuru üzüm ve ceviz içi doldurur. 

Hediye, annesinin alışılmadık ilgisi ve sessiz gözyaşlarına anlam veremeden katıra bindirilir ve beklenen yolculuk başlar.

Kızcık uzun ve yorucu seyahatte yorulup sendelediğinde, yuları tutan amca ona acıyıp sırtına alır.

“Dağlar azalıp Gevaş düzüne geldiğimizde sordum” diyor Nine: ”Amca burası neresi?”

“Gevaş.” dedi amca.

“Dayımgile çok kaldı mı?”

“Hayır.”

Bu arada “Çok acıkmıştım; ama annem ayıp olur dediği için sesimi çıkaramıyordum. Birden aklıma cebimdeki yemişler geldi. Amcanın sırtında ağzıma ceviz içi, kuru üzüm atmaya başladım. Ayıp olmasın diye elimdekilerden biraz da onun yüzüne yaklaştırıp sen de yer misin dediğimde “İstemem; damada bırak.” diye cevap verdi.

“Damat nedir amca?” soruma da “Akşam görürsün” dedi.

“Çocuk aklı, kuşun uçtuğu dalı bırakması kadar kolay unutur. Ben de çocuktum! Dediği uçup gitti.”

“Zaten tek düşündüğüm şey de dayımlara ulaşmaktı.”

… … … 

“Kırk örüğümün kırkı da o geceden sonra beyazladı. Daha baliğ olmadan bir kızım oldu; henüz annelik duygusu inmemişti kalbime… Ev bark işlerinden o kadar yoruluyordum ki kundaktakine bakacak halim kalmıyordu; ağlamaktan öldü gitti sabi…”

“Belki de ölüm, onun için daha iyi olmuştur. Velhasıl benim gibi yaşamaktan kurtuldu günahsız!..”.

Tüm yazılarını göster