Soykırım uzmanları...

Bugünkü yazım okuduğum bir kitapla ilgili…

Bartolome De Las Casas’ın Anıları!

Bunlar uzak topraklarda, yabancı bir kültüre ait anlatılar. Öyle “koltuğa yerleşip elde çay” tatlı tatlı okunabilecek türden değil! Çünkü keşfedilen kıtada yaşayan farklı insanların, kâşiflerce nasıl “soykırıma” tabi tutulduklarının aktarımı.

111 sayfadan oluşan yazılar beni bir insan olarak derinden utandırdı! Bu nedenle gerekli olduğuna inanmama rağmen “tavsiye ederim ” diyemiyorum. Fakat gene de “biz lüzumsuz işlerle uğraşırken adamlar uzaya gidiyor” denenlerin Amerika’ya varışlarını; kıtadaki macera “başlangıcını” anlama konusunda fikir verici olacağını düşündüğüm için, ilginize sunmak istedim. Zira bu günlerin dünyayı kana bulayan batılı katilleri ile o zamandaki Amerikan fatihlerinin zihin yapısı arasında hiçbir fark yok.

Hükümetleri, görkemli teknolojileri, orduları, dev medyaları ve insan hakları örgütleri ile dünyanın boynuna basa basa gelen güçlerin tam olarak neyi savunduğunu; ne istediğini bilmek artık bir zorunluluk.

Gerekliliğe katkı babında bahsettiğim kitap, içerik itibarı ile kişisel yoruma pek müsait değil. Bu nedenle kısa alıntılar yapıp takdiri okuyucuya bırakıyorum. Aksi halde ne söylersem söyleyeyim; bir şey söylemiş olmayacağım.

B.D.L. Casas, Kristof Kolomb’un 1492’de keşfettiği Amerika kıtasına ilk giden İspanyollardan, Hristiyan bir din adamı.

Adı “Brevisima Historia De La Destruccion De Las İndas /Yerlilerin İmhasının Çok Kısa Tarihi” olan kitabı, Şule Yayınlarından “Kızılderililer Nasıl Yok Edildi” ismi ile yayınlanmış.

Önsözden:

“Araştırmacıların tahmini hesaplarına göre, Kolomb’ un Hint adaları sandığı Antil adalarına ayak bastığı tarihte bütün Amerika kıtasının nüfusu 30-50 milyon arasındaydı….”

“…Eski dünyanın fatihleri tarafından yok edilmeden önce kentleri ve tapınaklarıyla, mimarisi ve matematik bilimi ile “Yeni Dünya” Avrupa uygarlığından habersiz ve onu epeyce geride izlemesine karşın, kendi iç evrimi ile gelişmeye devam eden Atlantik ötesi bir uygarlık merkeziydi.”

“...İspanyadaki patronlarından birine yazdığı mektupta Kolomb, yerlileri tanıtmak için şöyle diyor:

”Son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriliyor. Başkalarına olan sevgileri kendilerine olandan çok daha fazla.”

Ama bu övgüleri sıralayan Kolomb, günlüğün bir yerinde de şöyle diyor: ’’Bunlardan çok iyi hizmetkâr olur’’.

“KIZILDERİLİLER NASIL YOK EDİLDİ?”
“Amerika 1492 yılında keşfedildi…”

“En yakın noktası adadan aşağı yukarı 250 mil uzaklıkta olan kıtanın bilinen 10 bin mil sahili vardı ve her gün yeni yerler keşfediliyordu.1541’e kadar keşfedilen toprakların hepsi bir arı kovanı gibi öylesine kalabalıktı ki Tanrının buraya insan soyunun çoğunluğunu yerleştirdiği düşünülebilirdi.”

“Tanrı bu çeşit insanları son derece sade yaratmıştı. Kötülükten ve ikiyüzlülükten uzak, yerli efendilerine (beylerine) ve Hristiyanlara hizmet eden, dünyanın en uysal, en sabırlı, en barışçı ve en sakin insanlarıydı.(S.21)”

“…İşte İspanyollar onları tanır tanımaz, yaratıcılarının böylesi güzel meziyetlerle donattığı, bu müşfik koyunların topraklarına; günlerdir aç, vahşi kurtlar, kaplanlar gibi girdiler.”

“…40 yıldan beri hatta bugün dahi onları parçalara ayırıyor, öldürüyor, tedirgin ediyor, acı ve sıkıntı veriyorlar…”

“…Atlarını, kılıçlarını, ve mızraklarını alan Hristiyanlar, yerli Amerikalıların daha önce hiç görmediği eylemlerle başladılar: Katliam ve kan dökme! Köylere giriyor, çoluk çocuk yaşlı, hamile veya lohusa (kadın) demeden, ağıllarına sığınmış kuzular gibi karınlarını deşiyor, parçalara ayırıyorlardı…”

“Anne sütü emen bebekleri zorla alıyor, ayaklarından tutup başlarını kayalara çarpıyorlardı. Bazıları ise onları yüksekten ırmağa atıyor…”

“…Bazıları ise tüm vücutlarına kuru saman yapıştırarak onları ateşe veriyorlardı.”

“Bir keresinde dört beş Bey’in ızgaralar üstünde yandığını gördüm…(S.26)”

“…Karı kocalar çocukları ile beraber kendilerini asıyorlardı. Tanıdığım zorba bir İspanyol’un vahşetinden ötürü iki yüzden fazla yerli kadın kendini astı…(S.59)”

“Aslında bu zulümleri dolaylı olarak anlatsaydım, dünyayı dehşete düşürecek başka bir kitap yazardım(S.60).”

Küba Adası:

Hatuey isimli çok önemli bir Derebey, Hristiyanların felaketlerinden, insanlık dışı eylemlerinden kaçmak için halkın büyük bir kısmı ile beraber İspanyol adasından Küba’ya geçmişti. Küba yerlileri Hristiyanların gelmekte olduklarını haber alınca hemen hemen bütün halkı topladı ve şöyle dedi: ”Hristiyanların geldiğini biliyorsunuz Untel’in ve Haiti’nin (Yani İspanyol Adası) başına gelenler hakkında deneyiminiz var. Burada da aynı şeyi yapmaya geliyorlar.” Halk şöyle cevap verdi:  “Bunları nedensiz yapmıyorlar. Taptıkları ve çok sevdikleri bir Tanrı var. Bizim de ona tapmamızı sağlamak istediklerinden bize boyun eğdirmeye çalışıyorlar, bizleri öldürüyorlar.” Hatuey’in evinde altın ve mücevherle dolu küçük bir sepeti vardı. Şöyle dedi:  ”İşte Hristiyanların Tanrısı! Eğer isterseniz onun için areitos (bayramlar ve danslar) yapalım.

Belki onu hoşnut ederiz de Hristiyanlara, bize kötülük yapmamalarını emreder. ”Hep bir ağızdan bağırdılar: ”Doğru doğru”. Yorulana dek altının önünde dans ettiler. Sonra Hatuey şöyle dedi: ”Dinleyin! Hangi anlama gelirse gelsin, bu altını elimizde tutarsak, almak için bizi öldürecekler. Altını şu ırmağa atalım.” Öneri için oylama yapıldı. Sonuçta hepsi, altını orada akan büyük ırmağa attılar. Hristiyanlar Küba’ya gelir gelmez Hatuey yine kaçtı. En sonunda tutsak edildi ve diri diri
yakıldı.”(S.35,36)

“…Yerliler Tanrı’nın tahtadan olup olmadığını, gökte mi yerde mi olduğunu bile bilmiyor. Sadece din adamlarının dolaştığı küçük bir köşe olan Yeni İspanya hariç yerlilerin hepsi dinsiz ve ayinsiz öldü.(S.109)”
(Bartalemau De Las Casas 1542.)

Tüm yazılarını göster