''Ne olacak bu gençlerin hali?''

Sevda Noyan noyansevda@gmail.com

Aristo’dan bu yana süre gelen bir sorun ve soru… “Ne olacak bu gençlerin hali?”… Artık dilimize pelesenk olmuş bu soruyu irdelemek, kurcalmak ve cevaplamak geldi içimden...

Kendi çocuklarımızın gençlik yıllarının biraz üstünde olmaları, torunlarımızın genç adayı olmaları, etrafımdaki dostlarımın ve arkadaşlarımın çocukları ile hep iletişim halinde oluşum, ayrıca mesleğim icabı hep kendimden gençlerle çalışmam bu konuda “ahkam kesme” hakkını veriyor bana, daha doğrusu, ben bu hakkı kendimde buluyorum...

Arkadaşlarımın ve yakınlarımın içinde farklı yaşam tarzları olmasına rağmen hepsinin ortak söylemi “Ne olacak bu gençlerin hali?”

Gerçekten, ne olacak bu gençlerin hali?

Bana göre bir şey olmayacak…

Onlar da yetişkin olduklarında kendi çocukları için aynı serzenişlerde bulunacak ve hayal kırıklığı yaşayacaklar...

Elbette bu söylemin altını doldurmam gerekiyor…

Yaşadığım iki örnek ile devam edeyim…

Çok sevdiğim bir dostum çocukları ile ilgili şikayetlerde bulunurken aynı zamanda, tabiri caiz ise, günah çıkarmayı da ihmal etmiyor ve çok üzgün olduğunu farkında bile olmadan defalarca ifade ediyordu… Şikayetleri ile ilgili ne tür çözümler ürettiğini sorduğumda ise tıkanıp kalıyor ve kendi gençliğinde yaşadığı sıkıntıları örnek olarak anlatıyordu… Ben tekrar tekrar çözüm için ne yapmayı düşündüğü sorduğumda çaresizce çözümü bilmediğini ve çok çaresiz olduğu gözyaşları içinde anlattı...

Yine tüm hayatı işi olmuş ve sosyal hayatta son derece aktif olan bir arkadaşım kızının şımarıklığını ve onun sonu gelmez talepleri ile başa çıkamadığını sinir katsayısı yükselmiş bir şekilde telefonda bana saatlerce anlattı…

Aynı soruyu ona da sorduğumda sağlıklı bir cevap alamadım…

Sadece diğer arkadaşım gibi kendi hayat mücadelesini ve sıkıntılarını anlattı…

Bu iki olayda da dikkatimi çeken nokta ise annelerin bu şikayetlerine babaların asla katılmadığı… Onlar tam aksine, annelerinin yana-yakıla şikayet ettiği çocuklarının başarılı ve çok düzgün olduklarını, onlarla nasıl onurlandıklarını anlattılar!

Öylesine acayip bir ikilem ki, sanki anlatılan iki ayrı gençti…

Bu olayların bana gösterdiği iki önemli nokta var: ebeveynlerin çocuklarını yetiştirirken sağlıklı bir iş birliği içinde olmadıkları ve çocuklarını farklı bir bakış açısı ile tanımaları, daha doğrusu yeterince tanımamaları!

Genel olarak meraklı bir tip olmamdan dolayı bu olayın odak noktası olan gençlerle de konuşmayı ihmal etmedim...

Onların ise dünyaları bambaşka…

İki genç ile yaptığımız uzun ve güzel sohbetler sonucunda çok şaşırdım...

Konuştuğum, farklı cinsiyette olan iki genç de annelerinden ve onların duygusal baskılarından ve kendilerini anlatmakta yaşadıkları zorluklardan dem vurdular…

Asıl beni şaşırtan ise iki gencin de bilgi ve sosyal anlamda ebeveynlerinden çok daha ileri durumda olmalarıydı! Üstelik çok aklı başında bir şekilde analizlerde bulundular...

Elbette bu iki örnek üç bin yıllık zor sorunun cevabı değil ama en azından düşündüren örnekler...

Bu olaya bir de yaşadığımız toplum gözünden baktığımızda görünüş çok iç açıcı değil… Hele bu toplumun “dindar” diye tarif ettiğimiz kısmının çocuklarına baktığımızda moralimizin bozulması, umutsuzluğa düşmemiz işten bile değil!

Dindar ailelerin çocuklarında yaygınlaşan “ateist”(!) ve “deist”(!) olma modası, sosyal farkındalıklarının son derece yüzeysel olması, asla bir tesadüf olamaz! Bu olsa olsa, genel olarak yapılan bir hatanın, eksikliğin ve sorumsuzluğun sonuçlarıdır…

Elbette bu sonuçların kabahatinin de paylaşılması gerekiyor…

Ebeveynler bu sorunun en büyük parçası! Daha sonra ise bu dindar aile çocuklarındaki dînî aidiyet duygusunu beslemeyen ve hissetiremiyen sosyal, toplumsal araçları ve bu araçların sorumlularını suçlayabiliriz...

Son tahlilde hatırlamamız gereken acı gerçek ise biz ne isek çocuklarımız da o! Kabul etsekte, etmesek de…

Aslında bu üç bin yıllık sorunun tek bir cevabı var: Çocuklarımız bizim aynamız…

Bu görüntüden hoşlanmamak bu gerçeği değiştirmiyor...

NOT: Bu sabah haberlerde okuduğum genç bir kızın cinayete kurban gittiği haberi içimi burktu… 20 yaşındaki Ceren Özdemir'i Ordu'daki evinin önünde bıçaklayarak öldürmüşler… Evlat ölümünün her türlüsü sarsıcı ve dayanılmazken bu şekilde olması katmerli bir acı… Rabbim rahmet etsin, ailesine sabır versin… Bu gencecik cana kast eden caninin de Allah tez zamanda misliyle cezasını, hak ettiği karşılığı versin!

Tüm yazılarını göster