Kürt Emir’in İzinden

1915 sonbaharında Müküs (Van Bahçesaray).

Köyün batı yakasındaki kalenin karşı yamacına teraslı bahçede, kaya çıkıntısına kaim iki katlı taş ev, Muhtula Bey’in damı.

Namı diğer Xaniyê Mir (Emir’in Evi), üst eyvanda (balkon) sahibini ağırlıyor.

Önü açık mekânın, iç duvarına yaslanarak oturmuş, ruhuna çöken zifiri sesleri geceye dökme çabasında Mir (Bey/ Beg/ Prens). Elâ bakışları göğe değen dağ silüetlerinde dolanırken, çıkmazına cevap olacak ilhamlar arıyor!

Her doğan günün yeni umutlara konduğu zamanlar değil! Ordu Kafkas cephesinde mağlup olmuş. Çekilen askerin ardından işgale girişen Ruslar, Ermeni çetecilerin rehberliğinde, içe doğru ilerliyor.

“Müküs’ü de basarlar; dağ taş durdurmaz Rus’u. Yerinde kalsan baş edilmez; sonu rezillik, ölüm. Dağlarda kış nefesi, açlık, perişanlık! Müslümanları yola düşürsen, hastayı, ihtiyarı ne yapacaksın? Onları bıraksan, yaka yıka gelenin merhametine nasıl güvenirsin! Hem sonra, âcizi geride bırakmanın hesabı Allah’a nasıl verilir!.. Kimsede ne binek ne de erzak kalmadı; azıksız uzun yol bitirir adamı!”

Bu düşünce girdabının ciğerine kaynattığı uzun bir “of” taşırdı Muhtula Bey. Ardından yıldızla dolu göğe dönerek: “Bir çıkar yol, ya Rabbim… Hâkim sensin!” diye mırıldandı.

Köyün tam ortasından çağıldayarak akan çay sesi olmasa, zapt ettiği hıçkırıklar taşabilirdi kalbinden. Geceye dökülen gözyaşları arada bir sessizce yoklayan hizmetkârlara yakalanabilir; ”Dağ kadar sağlam iradeli” Mir’in zayıflık haberi yayılıp umutsuzluğa çekebilirdi biçare halkı!

“Büyük Çay” içine düşeni affetmezdi ama kıyısında durup rengine, sesine varanın da, ta kalbine uzatırdı köpüren dalgasını. Anlam aşan sözleri illa teskin ederdi sıkışmış kalbi, sancıyan yüreği!

Mülahaza kıskacındaki gamlı adamı, ayazla bir ısıran şeb-i yeldâ şafağa ermişti ya, daha da iyisi asrın yükü ile bastıran siyahın sonsuza dek sürmeyişiydi! İnsan dediğin, etten kemikten bir fani değil miydi nihayetinde!

İki yakayı birbirine bağlayan kütük köprünün kenarında, suya inmiş dağ keçilerinin meleyişi ve telaşlı hareketleri, derin düşüncelerini kesiyor yukarıdan bakanın. “Kendisine kimse ilişmese de hafif aklıyla, insana güven olmayacağını anlıyor hayvan! ”diye düşünüyor, coğrafyası güzel adam.

Erkence dağa salınan sürüleri ve duman tüten mutfaklarda kabaran sütün kalmadığı köye yine güneş doğuyor.

Öyleyse, artık “ya Allah” deyip idraki örme zamanı!

Bey, geceden haber verdiği mezraların ve merkezin ileri gelenleri ile kuşluk vakti divan kuracak. Eyvana bağlantılı salonda, her yanı kaplayan kırmızı göbekli, muhteşem bir İran halısı; çevresine döşenmiş yün minder ve halı yastıklar; girişin solunda, üzeri açık renk tiftikten örme Siirt battaniyesi ile örtülü yatak yükü mevcut. Eşyası sınırlı oda, divanlara ve  -eksik olmaz- yatılı misafirlere verdiği hizmetten dolayı oldukça namlı!

Cemaat toplandıktan sonra, selamla içeri giriyor ellisine dayanan “fidan boylu”. Karşısındakilerin selam alarak tekmil ayağa kalkması ve ancak baş bağdaşından sonra oturmaları adetten. “Kadim örfünü yaşatır” dağ insanı.

Dört yana dizilenle kısa halleşmelerden sonra, direk konuya giriyor Muhtula Bey. Van habercilerinden gelen havadisin öncekilerden daha vahim olduğunu açıklıyor. Düşmanın, dağlardan her an inebileceğini ve hemen göçmekten başka çare kalmadığını etkili bir ifadeyle anlatıyor.

Bir bir konuşan eğik başların, zihinlerde günlerdir kaynayan endişeleri tekrar dile getirmekten başka sözü yok! Hepsine, ehven cevaplar geliyor tok sesin devası kıt sahibinden.

Hiçbir ferdin geride bırakılmayacağı; sağlam olanın yürüyemeyene adım vereceği, birlikte emniyet bulunacak bir yolculuk çerçevesi çiziliyor.

Ağır hastalar için baston yapımında kullanılan alıç ağacından, çabucak sedyeler yapılmasını emrediyor Bey: Yaşlıyı evlatları ya da gücü yerinde olan başkaları sırtlanacak.

Sıkı giyinmeleri gereğine değinmese de, keseye sığacaklar ve yiyecek hariç hiçbir şey almamalarını belirtmek şart. Çünkü yarın başlayacak çetin yolculukta, adım attıracak her kuvvet damlasına muhtaçlar.

Söz tamamlandığında, gergin yüzünü Tüccar Agop’a dönerek: “İkinci önemli mesele geride kalacak Ermeni ahbaplarımızla ilgili” diyor ve ekliyor, “Yüce Allah’ın huzurunda ve bu divandaki herkesin içinde söylüyorum; ben senden ve senin gibi dost köylülerimin tümünden razıyım. Başını kaldır Agop; Ne senden ne de başka birinden, günahsız olduğu suçun vebalini isteyecek değiliz! Bugüne kadar kilise ve camiden çıkıp aynı sofraya oturan Müküs halkı arasında “Kitap” kavgası hiç olmadı; olacağı da yok.

Bu harp bizim başımıza yakılsa da, zalim Rus’un, komşusunun bağına, bahçesine, hayatına konma savaşından başka bir şey değil. Elinizde olmayıp da size getirecekleri bir hayır olmadığını zaten söylüyorsunuz! Senden ve diğer kardeşlerinden eminim; nefesini darlama artık.” diyerek noktaladı.

Ardından, ani bir öfkeyle parlayan gözlerini cemaate çevirip, sertleşen ses tonuyla: “Ama, tasımızdan su içip sırtımızdan hançerleyen kalleş babasızları unutacağımızı da kimse sanmasın.” Havadaki elinin işaret parmağını hasıma doğrultur gibi sallayarak “Yeminim olsun… günü geldiğinde yol gösterdikleri yılanların derisini giydirip, bir bir asacağım onları.” diye ahdetti.

Tüm yazılarını göster