Kadınsız erkekler

Bu fotoğrafa iyi bak! Renkli renkli çoraplara benzemiyor mu?

Cephede silah kuşanır, arenada boğa ile dans eder, ringde yumruk atar, savaş ilan eder, barış yapar, ülkeler yönetir erkek; güçlüdür. Çok güçlüdür ama kadına yenilir.

Kadınsız erkekler!..

“Evlenemez. Her şeyi kaybedebilir insan; ama bunu kaybedecek durumu yaratmamalı kendine. Kaybedecek durumu yaratmamalı. Kaybedemeyeceği şeyler aramalı.”

İnsan neden evlenmemeli, sorusuna Ernest Hemingway, ‘Kadınsız Erkekler’ kitabında yer alan ‘Bir Başka Ülkede’ öyküsünde bu yanıtı verir.

Yazarın neredeyse bir asır önce (1927 yılında) yayımlanan öykü kitabı, zorluklarla mücadele eden ‘güçlü’ erkeklerin hikâyelerini anlatır. Bir boksör, bir matador veya bir asker olan ‘güçlü’ erkek kahramanların ortak özelliği kaybetmek korkusudur. Evlilikten, erkeğin kaybedebileceği durumu yaratabileceğinden kaçınılması gerekir. Yazar, kadına yenilen erkeğin karmaşasını bir asır önce böyle açıklamıştır.

Aşk meydanına çıkıldığında cenk de edilir, dans da; türkü de okunur şiir de… Kılıçlar da düşer kalkanlar da… Değil saldırmak, savunma bile söz konusu olmayabilir… Şimdi bu meydanda yenilmek, düşmana yenilmek de değildir. Düşman erkeğin eşitidir, yani başka bir erkek. Onlar cenk ederler, vuruşurlar, düello yaparlar, ringe çıkarlar, pusu kurarlar, 22 kişi bir topun peşinde koşarlar… Öyle ya da böyle bir erkeğin erkeğe karşı kaybetmesinin onurlu bir yanı vardır; erkek böyle düşünür. Yarın bir zafer kazanır ve yenilgisini unutur/unutturur. Erkeğe göre; kadın erkeğin eşiti değildir; ondan düşüktür, güçsüzdür, korumasına muhtaçtır. İşte bu aciz kadına yenilmek var ya… İşte bunun üstünü sonradan kazanılan hiçbir zafer kapatamaz. Bu yüzden cephelere koşan erkek, aşk meydanından kaçabilir. Sıklıkla da kaçar.

Tabii bir asırda çok şey değişti. Erkekler cepheden cepheye değil plazadan plazaya koşuyor. Veyahut stadyumdan stadyuma… Veyahut ‘DM’lerde yürüyor, ‘like’lar atıyor; gerçeğine erişemiyorsa da sanal haremler kuruyor.

Sosyal medyadaki yansımalarına bakarsak, sadece kadınlar evli ve çocuklu. Erkekler evli değil, sadece çocuklu; karısının yüzünü görene aşk olsun! Aşk olsun da aşk olmuyor işte! Belki duygularını gösteremeyen bir adam diyorsun; hayır, köpeğine olan aşkını gayet güzel ilan etmiş. Belki ailesini, özel hayatını sosyal medyada sergilemek istemiyordur diyorsun; hayır, çocuğuyla veya annesiyle mutlu mesut pozlar verebiliyor. Kadından hiçbir ize rastlayamayınca “Beyefendi, siz çocuğu laboratuvarda mı ürettiniz” diye sormak istiyorum.

Aynı kitapta ‘Beyaz Fillere Benzeyen Tepeler’ öyküsünde bebeğini aldırması için sevgilisini ikna etmeye çalışan adam “Aslında çok basit bir ameliyat. Ameliyat bile sayılmaz” der. Bir erkek ne kadar duygusuz, şefkatsiz, merhametsiz olabilirse o kadar duygusuz, şefkatsiz, merhametsiz ve bencildir bunu söylerken.

“Çok güveniyordu evliliğe, evliliğin her şeyi düzelteceğini sanıyordu.”

Kitaptaki son öykü ‘Uzanmış Yatarken’in son cümlesidir bu. Tabii ne evlilik ne de çocuk onarım işlevine sahiptir. Hele evlilik asla bir rehabilitasyon merkezi olarak görülmemelidir.

Kaybetmek korkusuyla yüzleşemeyen ‘kadınsız erkekler’in bir başka özelliği ise ‘çok kadınlı’ olmalarıdır. Birine bağlanmamanın sigortasıdır kalabalık yatak odası. Ki orada şehvetine Tanrıları kurban edenler de az değildir.

Oysa yakışır erkeğe bir kadının önünde diz çökmek, şiir yazmak, şarkı söylemek… Onun uğrunda savaşmak, meydan okumak… Basitçe saçını okşamak… Yatağına kahve götürmek… Kahvaltı hazırlamak… Hatta öğlen pikniğe kaçırmak… Akşam yemeği pişirmek… 

***

Kadın ve erkek rekabet ettiğinde sorun başlıyor. Rakip değil tamamlayıcı oldukları kabul edildiğinde sorun buharlaşıp yok oluyor. Yatakta, evde, ofiste, devlet yönetiminde, her yerde kadın ve erkek birbirini tamamlar; tamamlamalı.

Kadın ve erkek savaşırsa, erkek her halükârda kaybeder; kaybetmeye mahkûmdur. Erkeğin donanımı, kadının yazılımı güçlüdür. Erkeğin fiziği, kadının biyolojisi üstündür. Doğaları böyledir. Kadın ve erkek asla eşit değildir. Eşit olsaydık, 100 metre koşuları beraber yapardık. Eşitlik hukuki ve ahlaki bir meseledir. Yoksa ben biliyorum, senin ciğerlerin benimkinden daha ağır. Ama sen de şunu bil; sol akciğerimiz yerini bir miktar kalbe bıraktığından, sağ akciğerden daha hafiftir. Kalp mühimdir!

Binlerce yıldır hüküm süren ataerkil düzenin, genlerimize kazıdığı adaletsizliği söküp atmak kolay değildir. Bu dünyada demokrasilerin tarihi ne kadar eskiye gider? Kadınlar ne zaman vatandaş sayılmıştır? Ne zaman okula gidebilmiştir? Ne zaman oy verebilmiş, seçilebilmiştir? Maraton koşmalarının önündeki engel ne zaman kaldırılmıştır? Erkeğin kurduğu dünya düzeninde kendine yer açmaya çalışan kadınlar dişleriyle, tırnaklarıyla kazımıştır; kan, ter, gözyaşı dökmüştür. Hiçbir şey ama hiçbir şey kadına altın tepside sunulmamıştır.

***

Bazı memeli türlerinde olduğu gibi biz de yılda iki kez üreme hormonlarımızı salgılıyor, 10 saniyede çiftleşiyor, bir batında 5-6 bebek dünyaya getirebiliyor olsaydık, bebekler doğar doğmaz kendi başlarının çaresine bakabiliyor olsalardı, aile mefhumunu hiç geliştirmemiş olsaydık hiiiiç böyle dertlerimiz olmayacaktı. Ama oldu; artık geri dönüş yok.

Şimdi o fotoğrafa tekrar bak. Gördün mü? Bir insan 23 kromozom taşıyor, 22’si kadında da erkekte de aynı. Anne X kromozomunu veriyor. Babadan Y kromozomu gelirse bebek erkek, X kromozomu gelirse bebek kız oluyor. Aramızdaki fark tekbir kromozomdan kaynaklanıyor. Bakarsan, görürsün ‘X’, ‘Y’den büyük. ‘X’, ‘Y’den büyük! Ve bir insan vücudundaki 40 trilyon hücrenin taşıdığı kromozomlar açılıp uç uca eklenirse buradan Plüton’a kadar uzanıyor. Şimdi ben bunu düşünürken, biri çıkıp “Kahvaltı hazırlamayan şehirli kadın” diyor ve bu sığlık karşısında bende uyanan tek istek üzerine soğuk kahve dökmek oluyor.

Tüm yazılarını göster