Hürriyet yolunda Abdülhamid’e kafa tutan kadın

Mısırlı Mustafa Fâzıl Paşa 1829'da Kahire'de doğdu.

Sonra da İstanbul'a gelerek Maarif ve Maliye Nazırı oldu.

Ancak Hıdiv olma hakkını kaybedince Avrupa'ya kaçtı.

Maddi açıdan oldukça zengin ve cömert olduğu gibi bilge de biriydi.

Batı tarzı meşrutî bir idareden yana olan Genç Osmanlılar Cemiyeti mensuplarına Paris’te fazlası ile maddî destek sağladı.

Sultan Abdülaziz'in 1867’deki Fransa seyahati sırasında affedildi ve bu suretle İstanbul'a geri döndü.

Kendisine iltifat edildi, Maliye ve Adliye Nazırlıkları görevlerine getirildi.

2 Aralık 1875’de vefat etti.

Cenazesi önce Eyüp’te Mihrişah Valide Sultan İmareti bahçesine gömüldü. Fakat sonradan Kahire'ye götürüldü.

İstanbul'da ilk maskeli balo, Abdülaziz zamanında, Mustafa Fâzıl Paşa'nın Kısıklı Caddesi üzerinde ve Millet Bahçesi alt kapısının sağ tarafında bulunan, ancak bugün yerinde yeller esen, köşkünde tertiplendi.

O tarihlerde Şehzade olan ve Jön Türklerin faaliyetlerini yakından takip etmiş bulunan Sultan Abdülhamid söz konusu baloya dair:

Baloyu amcam Sultan Aziz zamanında Çamlıca'da Fâzıl Paşa Köşkü'nde yapmış... Bu baloda Namık Kemal Bey, Sami Bey gibi bazı zevat da davetli idiler. Onlar da donsuz bir entari giymişler, kırmızı kravat takmış, yalın ayak, baş açık sofrada ıyş u nuş etmişler.

bilgilerini vermektedir.

Mustafa Fâzıl Paşa'nın dört kızından birisi Prenses Nazlı idi.

Bir Mısır-Osmanlı Prensesi olan Nazlı Hanım, 1853 yılında İstanbul’da doğdu.

Babası Mustafa Fâzıl Paşa'nın Hıdiv İsmail Paşa ile araları bozulunca 1866’da henüz 13 yaşındayken İstanbul’a geldi.

1872’de, Tanzimat Dönemi Osmanlı devlet adamlarından, hariciyeye mensup Halil Şerif Paşa ile evlendi. Ancak Prenses’in bu evliliği fazla uzun ömürlü olmadı.

Prenses Nazlı Hanım Batılı tarzda eğitim almıştı.

Osmanlı toplumundaki üst tabakada yer alanların yanı sıra Avrupa kraliyet aileleri mensupları ile de temas halindeydi.

Prenses Nazlı Hanım 1880’li yıllarda, Kahire’de, fotoğraf kamerasının önünde tebdil-i kıyafete girerek, öz portreler ve benlik temsilleri verebilecek kadar da liberal ve cesurdu.

Onun Ahmet Rıza Bey ile yan yana ve modaya uygun bir surette bir fotoğrafı da mevcuttu.

Fotoğraf her ne kadar iki dosta ait bir birlikteliğin hatırası olsa da, o zamanki Osmanlı-Mısır sosyo-kültürel yapısının çok ilerisinde bir temsilin eseriydi.

Ayrıca fotoğraf masumane bir samimiyetin işaretlerini vermekten ziyade siyasal bir ittifakın da habercisiydi.

Ahmet Rıza Bey Sultan Abdülhamid idaresine muhalefeti ile bilinen tanınmış bir isimdi. Jön Türklerin Paris Şubesi’nin de ayrıca lideriydi.

Gerçi Nazlı Hanım, babasının Paris'te bulunan Genç Osmanlılara olan desteğini hatırlatırcasına, 1896 yılında yine Paris'te Jön Türklerin toplantısına katılmış ve kendilerine destek vermişti. Sadece katılmakla kalmamış Paris’te Cemiyet’e üye bile olmuştu.

O, Yeni Osmanlıların Avrupa’ya firarı esnasında kıyafet değiştirerek Mithat Paşa ile görüşüp Avrupa’ya bilgi ulaştırmaya çalışmış ve daimi surette cemiyet adına yardım faaliyetleri içerisinde olmuştu.

Prenses Nazlı Hanım, sözü edilen toplantıya katılması sonrasında Sultan Abdülhamid’e, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yayın organı olan Meşveret’te de yayınlamış bulunan[1] ve oldukça keskin ifadelerle kaleme alınmış olduğu bir mektup göndermişti.

Prenses Nazlı Hanım bir gün Hünkâr tarafından kendilerini ikna etmeye gelen büyük bir memura:

Efendimiz erkekleri kadın etti. Ben kadınlığımla erkek oldum. Bana karışmasınlar, başka lütuf ve ihsanlarını istemem 

cevabını vermiş, hislerini mert bir surette aşağıdaki mektubuyla da ispat etmişti.

Padişahım;

Bu hafta elime geçen Avrupa gazetelerinde kutsiyet sahibi zatıâlinizin yaptığım işler hakkında fevkalade gücenmiş olduklarını büyük bir esefle mütalaa ettim. Paris’te bulunan Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti müzakerelerinde bulunuyor olmam zatıâlinizin gücenme sebebi olduğunu anladım. Bundan dolayı bu konuda bir iki söz söylemek üzere müsaade-i devletlerini talep ve istirham ederim.

Zatıâlinizin hatırlamaları takdirinde, bir gün merhum Halil Şerif Paşaya; doğru söze aşığım buyurmuş idiniz. Merhum da sevine sevine zatıâlinizin bu hikmetli sözüyle ben cariyenizi müjdelemiş olduğundan doğruluktan zinhar ayrılmamak için birlikte ahd ve yemin etmiştik. Bir vakitten beri cemiyetin neşriyatını ve mükerreren zatıâlinizin ayağının toprağına mutazarrıane takdim edilen layihaları okuduğumdan ve Osmanlı coğrafyasının harabiyet derecesini arz ve beyan için bunlar umumiyeti itibariyle bir doğru söz hükmünde bulunduğundan Paris’te bulunduğum esnada bu cemiyette bulunmayı vecibeden saydım. Cümlenin şanlı hanedanınıza, aziz vatanımıza sadakatle bağlı olduklarını müşahede ettim. İnkıraz ve bozulma girdabında batmakta olan mukaddes vatanımızın canhıraş ahvaline cümlesinin ağlamakta olduğunu gördüm. Heyecanlandım. Efendimizin vaktiyle doğru söze âşık bulunduklarını hatırladım. Bu sevdadan heyhat vazgeçmiş olduğunuzu istemeyerek düşündüm. Fakat aciz biri olarak Cenabı Hakk’a karşı vermiş olduğum ahd ü peyman ve vicdanımı titretti. Aşk fani, ahd bâkî olduğunu yakinen anladım.

Dört sene önce İstanbul’da bulunduğum esnada bir takım bendegânınız zatıâlinizin ayağınızın toprağına yüz sürerek işlemiş olduğum kusurlarımın affını dileyen bir istirham-name takdim etmemi tavsiye etmişlerdi. Ne kusur ettiğimi bilemediğimden böyle bir cürette bulunamazdım.

O vakitten beri bana kızgın bulunmanıza bugün müteşekkirim. Zira Dersaadet’te ahalinin fakr u zaruretini hele bu son iki sene zarfında kurban kanı gibi akan masumların kanını, mazlumların feryat ve figanlarını hamdolsun görmek, işitmek kısmet olmadı. Binaenaleyh Mısır Hükümeti’ne gayrı resmî bir surette evvelce tebliğ buyurulan emr u fermanınızı icradan geri durmayacağım bedihîdir.

Mamafih daha evvelce âşık olduğunuz doğru söze yine âşık olmanız için de dua etmekteyim. Varlığı gerekli olup yokluğu düşünülemeyen Allah hazretleri takdir buyurmuşlar ise bugünkü felaketin dehşeti zatıâlinizin himmetleri ile rüya gibi mahıv ve zail olur gider. Kendinizi o zaman mesut ve bahtiyar bulursunuz. Tebaanızı saadet ve ittihatta kemâl-i hürriyetle bahtiyar görürsünüz. Reayanızın müşfik bir peder muamelesinden başka bir şeye ihtiyacı yoktur.

Haddim olmayarak ihtimal ki pek acı sözler söyledim. Tesirinin ne derecelerde olacağını bilemem. En sadık bir bendenizin, cariyenizin şu zamanda en tatlı olarak söyleyebileceği sözler bundan ibaret olacağına emin olunuz. Mektubunun hulus-i niyet ve kemal-i ubudiyet ile yazıldığına itimat buyurunuz, padişahım. 

Cariyeleri

Merhum Mustafa Fazıl Paşa Kerîmesi

Nazlı

[1] Paris, 12 Cemaziyülahır 1314-19 Ekim 1896, Cilt I, Sayı 22, Sayfa 2-3.

Tüm yazılarını göster