Hilafet ve Saltanatın Ayrılması Bir İngiliz Düşüncesiydi

Hilafet meselesi İngiltere’nin ilgi duyduğu önemli bir siyasi mesele olarak Sultan II. Abdülhamid’in tahta geçmesi kadar eski bir konudur.

Bu eski konu Birinci Dünya Savaşı arifesinde ve sırasında Sir E. Gray, Lord Kitcher yahut G. H. Fitzmaurice gibi İngiliz siyasilerinin gündemindeki en temel konulardan biri haline gelmiştir.

Böyle bir gelişmenin yaşanmasında İstanbul’daki İngiliz büyükelçiliği eski dragomanı Fitzmaurice önemli bir rol oynamıştı. Fitzmaurice’e göre padişahın şahsında toplanmış olan dünyevi ve uhrevi gücü temsil eden sıfatlardan dini olanının kendisinden koparılıp ayırılması suretiyle halifeliğin Türklerden alınıp Araplara aktarılmasını müzakere masasına taşımıştı.

Fitzmaurice’in halifeliğin saltanattan ayrılması görüşünün tavsiye edilebilirliğine Sir E. Gray de kani olmuş, ancak böyle bir değişikliğin Müslümanların kendileri tarafından yapılması gerektiği görüşünü paylaşmıştı. Fakat o sıralarda siyasi havanın değişmesi ve yaklaşmakta olan dünya savaşı hilafet konusunda izlenmesi gereken siyasetin de tabii olarak yeniden şekillenmesini gerektirmiş, neticede bir Arap isyanı ve bir Arap hilafeti politikasını ön plana çıkartmıştı.

Gerçi Arap hilafeti düşüncesi sadece İngiliz siyasilerinin ilgi duyduğu bir konu olmakla sınırlı kalmamıştı. Mısır Hıdivi Abbas da halife olmak isteyenler arasında yer almıştı. Böyle bir fikrinin savunucuları arasında Mısır Hıdivi Abbas’a ilaveten, Şerif Hüseyin, Şeyh Sinusi ve İbn Reşid de yer almıştı. Bu isimlerin öncelikli hedeflerinin bir Arap hilafeti kurmak olduğu oldukça aşikâr bir hale gelmişti.

Şerif Hüseyin’in hilafetini ilan etmesine destek vermeyi kendi açılarından sözde sakıncalı bulan İngiliz hükümeti ve siyasileri aynı Şerif’in idari ve siyasi bakımlardan bağlı bulunduğu İstanbul’a ve Osmanlı halifesine isyan etmesi için ise onu teşvik etmekten geri kalmadıkları gibi kendisine siyasi, askeri ve maddi açıdan yardımda bulunmayı makul görmüşlerdi. Osmanlı İmparatorluğunu kendi içinde bölme stratejisinin bir neticesi olarak Londra’nın desteği ve Henry McMahon ile Mekke Emiri arasında gerçekleşen bir dizi yazışma neticesi, savaşın başlamasından yaklaşık iki yıl kadar sonra 1916 Haziranında Şerif Hüseyin liderliğinde Mekke’de nihayet bir isyan patlak vermişti.

Osmanlı Devlet ve hilafetine karşı başlayan Mekke isyanı İngiltere için milyonlarca sterline mal olmuşsa da Osmanlı’dan koparılan devasa topraklar üzerinde, ipleri İngiltere’nin elinde olan ve kendilerine istedikleri yönde istikamet tayin edip diledikleri kadar hayat hakkı bahşedebildikleri, babadan oğula geçme esaslı Haşimî Ailesi idaresinde bir krallık teşekkül ettirilmişti.

Diğer taraftan Osmanlı kuvvetleri ise böyle bir gelişmenin de etkisiyle 1918 yılı Eylülünde Şam’ı tahliye etmek zorunda kalmıştı. Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal, 400 yıllık Osmanlı hâkimiyetinden kurtarılmış olduğu inancı içerisinde ve muzafferane bir surette Şam’a girmişti. Hal böyle olsa da, İngiliz Albay T. E. Lawrence’ın desteğiyle, Suriye’de 1920 yılına kadar ancak sürebilecek olan bir Arap Hükûmeti tesis olunabilmişti.

Birinci Dünya Savaşı arifesi ve sırasında hilafet meselesi ile ilgilenen İngiliz siyasilerinden Sir Mark Sykes’a; Osmanlı Devleti’nin mağlup olması halinde Türklerden muayyen bir kesimin hilafeti Osmanlı saltanatından ayırmak için mücadele edeceği ve İstanbul’daki Nakibu’l-Eşraf’ın İstanbul yahut Şam’da ikamet etmek üzere sadece ruhani bir halife olarak seçileceği daha o zamanlar haber verilmişti.

Bu konu ile Prens Sabahaddin de yakından alakadar olmuş ve Sir Mark Sykes’a; kendi grubunun Osmanlı İmparatorluğu’nda kuvvet kazanması halinde padişahın halife sıfatından mahrum bırakılması ve sadece dünyevi lider olarak kalması girişimine ve Kureyş kabilesinden bir üyenin, tercihan Hicaz’da bağımsızlığı kabul edilecek olan Mekke şerifinin hilafetine destek vereceği vaadinde bulunmuştu.

Hilafetin yeniden Araplara verilmesi veya bir Arap hilafeti oluşturma fikri ilk defa, bir İngiliz aristokratı ve gezgini olan Wilfrid Blunt tarafından ortaya atılmış gözükmektedir.

Blunt’ın fikrine göre Kureyş kökenli bir ismin seçimi ile oluşturulacak Arap hilafetinde halife sadece ruhanî mahiyetli olacak ve hiçbir surette siyasî otoriteye sahip bulunmayacaktı.

Prens Sabahaddin gibiler için hilafet konusu kendi grubunu siyaseten etkin kılmanın başvurulması gereken bir vasıtası olarak görülmüşken, aynı konu muayyen Arap liderleri tarafından ise Arap hilafet fikrinin tek uygulanabilir Arap siyasi aranjmanı olarak değerlendirilerek tebarüz ettirilmek istenmişti.

   

Tüm yazılarını göster