Constantinople’den İstanbul’a, Hagia Sophia’dan Ayasofya’ya yolculuk

I/III 

Bizans Mimarisinin En Büyük Eseri

Ayasofya Bizans mimarisinin en büyük eseridir. Dünyadaki en büyük kubbe yapısı ile tam bir şaheserdir. İmparator I. Justinian tarafından inşa ettirilmiştir. Yapımına Milattan sonra 532 yılında başlanmış, tamamlanması ise bir görüşe göre 537’de, ama daha muhtemel bir kanaate göre ise 552’de söz konusu olmuştur. Mekân olarak, Büyük Constantine, oğlu Constantius ve II. Theodosius tarafından inşa ettirilen ancak çatıları ve kubbeleri ahşaptan olan ve bilahare yanıp yıkılan kiliseler mıntıkasında kurulmuştur. Aynı yerde bir zamanlar Büyük Constantine tarafından inşa ettirilen, St. Sophia olarak da anılan, Büyük İsa Kilisesi de mevcuttu. O da yanmış, fakat yeniden inşası yoluna gidilmemiştir.

Fatih Sultan Mehmet

Fatih Sultan Mehmet, 29 Mayıs 1453’te İstanbul’u fethedince, haklı olarak şehrin en büyük kilisesini, kılıç hakkı olarak, camiye dönüştürmeye yönelmişti. Ayasofya’nın yanına bir adet minare yaptırarak onu eski hüviyetinden arındırmış ve adeta Müslümanlaştırmıştı. Ayasofya’nın ikinci minaresi ise Sarı lakabı ile anılan Sultan Selim tarafından inşa ettirilmişti. Diğer iki minareyi yaptıran ise Sultan III. Murat olmuştu. Ayrıca Ayasofya’nın içine bir minber yerleştirilmiş, altın harflerle üzerinde Allah, Muhammed, Ömer, Ebu Bekir, Osman, Ali, Hasan ve Hüseyin yazılı 8 büyük levha kubbenin kaidesi çevresine güzel bir surette asılmıştı. Bu levhalar 19. Asrın en meşhur hattatı tarafından yazılmış en nadide sanat eserleriydi. O zamanki değerleri 85.000 lira kadardı. 1951’deki rayiciyle, yaklaşık 400.000 dolar olarak hesaplanmıştı.

Sultan Abdülmecid Döneminde

Ayasofya’nın duvarları 6. ila 14. asır arasındaki dönemlere ait muhteşem güzellikteki mozaiklerle süslenmişti. Sultan Abdülmecid döneminde bu mozaiklerin üzeri sıva ile kapatılmış, fakat söktürülmemişlerdi.

Sultan Abdülmecid tarafından kubbeler ve tavanın tamir edilmesi için 1847 yılında iki İtalyan ve Fossati kardeşler görevlendirilmişti. Bunlar, duvarlarda yer alan mozaiklerden bazılarının çizimlerini kopyalayarak almışlardı. Bu çizimler daha başka mozaiklerin de olabileceği ve olduğu fikrini uyandırmıştı.

1930’un İlk Yılları

1930’un ilk yılları Bizans Enstitüsü’nün gayretleri ve Türk Hükümeti’nin de müsaade ve desteğiyle, fetih sonrasında Müslüman gözlerden gizlenmiş olan söz konusu mozaiklerin üzerlerinin temizlenerek açığa çıkarıldığı seneler oldu. İtalyan uzmanların çalışmalara katılma talepleri kesinlikle reddedilerek işin takip ve tatbiki ise Prof. Tomas Whittemore’a emanet edildi.

Prof. Thomas Whittemore’un Ayasofya’ya El Atması

Ayasofya’nın değişime doğru giden kaderi, görünürde Prof. Thomas Whittemore’un Ayasofya’ya el atması ile başladı.

Thomas Whittemore Amerikan Bizans Enstitüsü başkanıydı. Her nasılsa “Profesör” olmuştu. Ayasofya’daki mozaiklerin açığa çıkarılması konusunda İstanbul’daki arkeoloji severlerin dikkatini çekmeyi başarmış gözükmekteydi. Ancak o 1931 yılında Türkiye’ye tekrar geldiğinde Ayasofya hala fethin simgesi olan bir cami halindeydi.

İzin Alabilmişti

Whittemore her nasılsa Ayasofya’da üzeri sıvanmış mozaiklerin açığa çıkartılması, temizlenmesi ve bakımının yapılmaları için dönemin yöneticilerinden izin alabilmişti.

Tomas Whittemore’un hükümette bulunanlar ile arası oldukça iyiydi. İçişleri Bakanı’ndan ve Müzeler Genel Müdüründen davet almış ve Ankara’ya giderek Türk Tarih Kongresi’ne iştirak etmişti. Mustafa Kemal kendisine haber göndererek çiftlikte vereceği çay partisine katılma davetinde bulunmuştu. Mustafa Kemal, TBMM Başkanı Kazım Paşa, Türk Tarih Kongresi Başkanı Yusuf Akçura, kendi Genel Sekreteri Hikmet Bey ve daha başkaları da bulunduğu halde, Whittemore ile ayrıca Halkevi’nde sohbet etmişti. Whittemore’un çalışmaları hakkında kendisine vermiş olduğu bilgileri ilgi ile dinlemişti. Charles H. Sherrill, ABD Dışişleri Bakanlığı’na göndermiş olduğu raporunda;

“Bir Amerikalı tarafından yürütülmekte olan Ayasofya’daki işe Gazi’nin sempatik suretteki ilgisi önemlidir ve ben bu durumu onun ülkemize karşı sergilemiş olduğu dostluğun bir başka çarpıcı örneği olarak yorumluyorum” diye belirtmişti.    

Kimdir Prof. Thomas Whittemore

Boston’daki Bizans Enstitüsü’nün himayesinde Whittemore’un Türkiye’ye ilk defa 1931 yılında geldiği söylenmekteyse de bu bilgi doğru değildir. Whittemore yıllardır Türkiye’ye gelip gitmiş ve kalmıştı. O, bir misyoner gibi çalışmış, siyasi ve sosyal işlerle yakından meşgul olmuş biriydi. Amerikan Kızılhaç Cemiyeti’nin Türkiye’deki sorumluğunu üstlenmişti. Cihan harbi sırasında İstanbul’a sığınan Rus mültecileri ve çocuklarını himaye etmeye çalışmış ve onlarla çok uğraşmıştı. Robert Koleji onun sıklıkla uğradığı yerlerden biri olmuştu. Amerikan Sefareti ise onu her daim himaye etmekteydi. Ona, çalışmalarına ve verdiği bilgilere dair bazen “mahrem”, bazen de “son derece mahrem” kaydıyla ABD Dışişleri Bakanlığı’na bilgiler gönderilmekteydi. Whittemore’un bir ayağı Suriye, Mısır, Yunanistan ve Avrupa’da, diğer ayağı ise Mısır’daydı.

Saldırılar

Whittemore’un çalışmaları, kamuoyunu rahatsız etmeme anlamında alınan tedbirlere rağmen, çok da sükûn içerisinde gerçekleşmemişti. Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir yazıda yapılan çalışmaların bütünüyle “Hıristiyan inanç fanatizmi çerçevesinde yürütüldüğü, bilginin artırılması maksadına matuf bulunmadığı” ifade edilerek Whittemore ve çalışmaları tenkit edilmişti. Ancak bu tür tenkit ve tehditler İçişleri Bakanı’na iletilmiş ve Anakara Hükümeti’nin birkaç defa kararlı suretteki destek izharı ve basının sataşmalarına aldırış edilmemesi ikazlarına ilaveten ABD sefirinin verdiği ve sergilediği destek sözü de söz konusu olmuştu.

Esasen Ankara Hükümeti’nce Whittemore’a verilmiş olan izin 4 yıl sonraki bir uygulamanın, Ayasofya’nın müze olmasının bir ön hazırlığından başka bir şey değildi.

Ha Gayret

Whittemore aleyhte yazılan ve konuşulanlara rağmen işini sürdürmüş, ifade edilen biçimiyle; “tükenmez enerjisi, şevki ve nezaketi” ile harıl harıl çalışmıştı. Onun 1950’deki ölümünden sonra ise Bizans Enstitüsü’nce işin takibi görevi Paul Underwood’a verilecekti.   

Kazı Çalışmaları

Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonra Anadolu’da birçok yerde olduğu gibi Ayasofya çevresinde de Müze Müdürü Muzaffer Ramazanoğlu sorumluluğunda, St. İrene ve Ayasofya arasında yapılan kazılar neticesinde Hıristiyanlık öncesi Bizans tarihine ışık tutacak, kazı çalışmalar başlatılmıştı. Yapılan çalışmalar beyhude olarak neticelenmemiş, Hıristiyanlık öncesi Bizans’taki ilk tapınaklar ve hatta Bizans öncesine dair işe yarar eserler bulunmuştu. Öncelikle, ilki St. İrene’nin bulunduğu yerde olan Afrodit tapınağı; kısmen Ayasofya’nın inşa edildiği yerde Artemis tapınağı ve Büyük Constantin’in sonraki zamanlarda Büyük İsa Kilisesi’ni inşa ettirdiği yerde Apollo tapınağı şeklinde toplamda 3 tapınak keşfedilmişti. Tespit edilen ve 5. ve 3. asırlar arası zaman dilimine ait olan mozaik zeminler, bölgenin tam da tapınakların bulunduğu yer olduğunu kesinleştirmişti.     

Tüm yazılarını göster