Bir zamanlar bizim olan İdlib

Geçen asırda Osmanlı coğrafyası sınırları içerisinde yer alan İdlib bize ait mütevazı bir belde idi.

Halep Vilayetine bağlı bulunmakta ve Antakya, İskenderun gibi bir kaza olarak Osmanlı idari teşkilatı içerisinde yer almaktaydı.

Halep vilayeti dâhilinde yer alan ancak kendisine bağlı nahiyeleri ve bir dizi köyleri olan bir statüsü vardı.

İdlib’in geçmiş zamanlarda çok şeylere şahit olmuş Şarkiye Mahallesi halen var mıdır bilemiyoruz ama İdlib’in çevresi; idaresi Cemaat Meclisleri tarafından yürütülen Eriha nahiyesi, Maarratumısrin (Maarratülmısrin) kasabası ile Bevvabiye, Cübb-i Ke's, Niş, Kefit, Keftin, Beykalan, Beneş, Şayegavrit, Fua, Arade, Birkum, Hanige, Murakıb, Tuum, Serçe, Kefr-i Haleb, Hafserçe, Milis ve Bare köyleriyle bütünüyle çevrilmişti.

İdlib, bir kaymakam tarafından idare edilen, Hükümet Konağı olan, Belediyesi ve İdare Meclisi, Mal Müdürü, Müftüsü, kadısı, Bidayet Mahkemesi bulunan, küçük ama idari açıdan teşkilatlı bir yerdi. Beldenin temizlik ve aydınlatma işlerinde bir sıkıntı olmayıp muntazam bir şekilde yerine getirilmekteydi.

Geçen asırda İdlib heterojen bir nüfusa sahipti. Kaza merkezi ve çevresindeki nahiye ve köylerde Müslüman, Rum, Hıristiyan ahali ve aşiretler mevcuttu. İdlib’in camileri ve Müslüman ahalisi olduğu gibi Meryem Ana Rum Kilisesi ve diğer mabetleri ile Hıristiyanlar da kaza ve çevresinde hayat sürmekteydi.

İdlib’de hâkim olan ticari ve zirai hayatın temel unsurları arasında ise verimli toprakları dolayısıyla pamuk ve buğday üretimi ile zeytincilik öne çıkmaktaydı.

Halkın tabii ihtiyaçlarını karşılamada ve ticari hayatta Miri Han, Buğday Hanı, Pirinç Hanı, Değirmen ve Ziraat Bankası Şubesi önemli bir yer ve rol üstlenmişti.

Kaza’da genel temizliğin adresini ise başta Ağa Hamamı olmak üzere beldedeki diğer hamamlar oluşturmaktaydı.

İdlib’e ticaret, nakliye ve ulaşım bakımlarından önem kazandıracak olan bir başka yatırım ise Bağdat tren hattının Kilis, Antep, Bilan (Belen) ile İdlib'den geçmesi konusunda vuku bulan talebin olumlu bulunması ve gereğinin yapılmasının istenmiş olmasıydı.

Halep Vilayetine bağlı Kilis, Antep, İskenderun, Cisri-i Şugur, Elbistan, Maraş, Bilan, Rumkala, Bab, Antakya, Birecik ve Maarra kazaları gibi İdlib’de de bir Mekteb-i Rüşdiye vardı. Sonraki zamanlarda İdlib’e bağlı Eriha nahiyesinde de ayrı bir Rüşdiye’nin açılması söz konusu olmuştu. Ayrıca Rumca eğitim yapan Rum mektepleri, açılma izni sonradan alınan bir Protestan mektebi ve Halep ve Antakya’da olduğu gibi bazı mahallerde İngiliz okulları eğitim faaliyetinde bulunmaktaydı.

İdlib'de eğitim veren sadece bahsi geçen yerli ve yabancı okullar değildi. Halkın da ruhiyat ve davranış bilimleri bağlamında eğitime ihtiyacı vardı. Bu anlamda İdlib’de Keyyâliyye Dergâhı, Hamidiye-i Rifaiye Tekkesi mevcuttu ve Şeyh Yahya Efendi bu tekkenin postnişiniydi.

Diğer taraftan Halidiye Tarikatı ve Şeyhi Mehmed Efendi'yi de unutmamak gerekirdi. Bütün şeyhler ve postnişinlere devlet tarafından maaş tahsis edilmişti. Gerçi söz konusu olan sadece maaş değildi. Sermin'deki Rifaiye Keyyâliye soyundan gelenlerin isimlerini içeren şecere listesi dahi resmi bir surette kayda geçilmişti. Zira Hazreti Peygamber’in soyundan gelenlerle ilgilenmek üzere kurulan bir teşkilât sorumlusu olarak Nakibüleşraf Kaymakamı bulunmaktaydı ve Rifai Şeyhi Seyyid Mehmed Yahya Efendi de bu makamın sorumluluğunu üstlenmişti.

İdlib’de bulunan Şeyh Keyyâli Hazretleri Dergâh ve Türbesi, kendisine önem verilen ve dergâhı devletçe tamir edilen bir ilgiye sahipti.

Yine İdlib’de bulunan bir başka tarikat ise Nakşibendi tarikatıydı. Şeyhi de Seyyid Mehmed Herati Efendiydi.

Huzur ve sükûn açısından her belde ve kaza gibi İdlib’in de yeterince problemi mevcuttu. Halep, Maraş, Antep, Urfa, Kilis, Antakya, Birecik, Harim ve köylerinde olduğu gibi İdlib’de de kolera salgınına yakalanan ve canlarından olan bir hayli insan olmuştu. Diğer taraftan kasaba sergerdesi eşkıya Kürd oğlu Osman ve avenesi muhtelif problemlere sebebiyet vermektelerdi. Bu ve sair nedenlerden ötürü Halep vilayeti dâhilinde, başta Haleb’in merkezinde olmak üzere, Cisr-i Şugur, Antakya, Antep, Kilis, Reyhaniye, Bilan, İskenderun, Mağre, Bab gibi İdlib’de de hapishaneler mevcuttu. Ancak İdlib’deki hapishane Mülkiye Hapishanesi ve Nisa/Kadın Hapishanesi şeklinde iki kısımdı.

Genel olarak İdlib kazasında ama özel olarak da Eriha nahiyesinde yaşanan öldürme, gasp ve tecavüz, eşkıyalık ve sair suçları işleyenlerin adresleri ise genel olarak bu hapishanelerdi.

Osmanlı Devleti şüphesiz ki bir vakıf medeniyetiydi. Gittiği her yere, hükmettiği her beldeye vakıf kültürünü de beraberinde götürmüştü. Bu nedenledir ki Sinan Paşanın ceddi veziriazam Köprülü Mehmed Paşa Evkafı da İdlib ve çevresinin belki de en önemli hayır kurumuydu.

Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa ve oğlu Fazıl Ahmed Paşa Evkafı oldukça zengin ve sınırları fazlasıyla kapsayıcıydı. Vakıf sadece İdlib için değil, Mekke ve Medine fukarası için de hizmet vermekteydi.

İdlib kazası daha başka hayırsever ve fakirperver insanların kurmuş olduğu vakıflara ev sahipliğinde bulunmaktaydı. Rami Paşa Vakfı, Hamas Camii Vakfı, Cami-i Kebir Vakfı, Hanu'r-Ruz Camii Vakfı yahut İdlib kazasına tabi Ergun Kamil Evkafı İdlib ve havalisinin manevi cephesini oluşturan en mütevazı kurumlardı.

Redif Taburlarından Antakya, Cinin, Halep, Kilis, İskenderun, Lazkiye ve Maarra gibi İdlib’de de bir tabur asker mevcuttu.

Keftin köyü sınırları içerisinde olup halk tarafından kullanılan Kasımbey Çiftliği oldukça meşhur ve değerliydi. Ayrıca Sultan II. Abdülhamid’in de İdlib’de bağı mevcuttu. Verimli topraklara sahip olan İdlib’deki bağlardan ikisinin tapusu onun adına kayıtlıydı.

Kanun-ı Esasi'nin ilan edildiği vakitlerde İdlib kazası memur ve ahalisi İstanbul’a ayrı ayrı teşekkür mazbataları göndermişlerdi. Ancak İdlib’in mutluluğu fazla uzun sürmemiş, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra başka millet ve devletlerin eline düşmüş, o gündür bugündür hürriyetini hep arar olmuştur. 

Tüm yazılarını göster