Başlığı siz koyun!

Büyüklerimin bana öğrettikleri en önemli konulardan birisi, hayatta ilerlerken sık sık fikir almamam üzerineydi.

Hedeflerimi koymamı ve ona odaklanmamı tavsiye ederlerdi. "Zamanı geldiğinde durup nefeslenirken yüzünü gördüklerine soru sor" derlerdi.

Yürürken kulağıma fısıldayanları dinlemememi söylerlerdi.

Son yaşanan Avrupa krizi ile ilgili konular tartışılırken hep bu sözler aklıma geldi.

Türkiye'nin AB yolculuğu ben doğmadan 1963 yılında başladı. Bu yolculuk sırasında o kadar çok kulağımıza fısıldayan oldu ki nereye bakacağımızı şaşırdık.

Çoğu zaman nereye gideceğimizi unuttuk.

O günden bu güne kulağımıza fısıldayanlar önce arkamızdan kuyu kazmaya, şimdi de fikirlerini açık etmeye başladılar.

Bu değişimin ana sebebini ilerde açıklayacağım ama benim takıldığım konu alenen düşmanlık yapanlara dik durulduğunda neden rahatsız olunduğudur.

Geçmişten hatırlatmalar yaparak bugüne gelelim isterseniz, ama çok da geçmişe gitmeyelim...

1994'e gidelim dilerseniz...

Terörün azdığı, ekonomik ve siyasal anlamda sıkıntılı geçen yıllara...

Yer Güneydoğu Anadolu. Müttefiklerimiz ardı ardına açıklamalar yapıyor...

"Sizlere verdiğimiz silahları Güneydoğu Anadolu bölgesinde kullanamazsınız" diyor, bazıları daha da ileriye gidiyor gizli ambargo uyguluyor ve sistemi kitlemeye çalışıyor.

Türkiye AB ülkelerine teröre destek vermemesi gerektiğini hatırlatırken bir yandan da ekonomik problemlerle uğraşıyor.

Bir Avrupa bankasının yurt içinde yaptığı döviz hareketleri herkes tarafından dillendiriliyor ve yazılıp çiziliyor. Türkiye bir gecede yoksul hale getiriliyor.

Bazı Avrupalı parlementerler sömürge valisi gibi ülke içinde dolaşıp talimatlar yağdırabiliyor.

Hatta daha da ileri gidiliyor ve bir komisyon kurulup subaylar memleketimizde karşılarında ifade vermeye gönderiliyor.

Bunları da ülkelerinde teröristleri barındırıp, en önemli kaynakları onlara açarken yapıyorlar.

"Ülkede Avrupa tek seçenek değil Orta Doğu ve Uzakdoğu olmak üzere çalışabileceğimiz bir çok yer var" diyen bir siyasi parti birinci parti oluyor.

Postmodern bir darbe ile devriliyor.

Yazdıkça ve hatırladıkça daha da sinirleniyorum ama maalesef tablo buydu!

Ülke bunları sineye çekip yeniden bir başlangıç yaptı.

O zamanki liberal (Avrupa taraftarları diyelim) kesim ayakta alkışladı. Ülke üstüne düşen her şeyi yaptığı halde bir adım bile ileriye gidilmedi.

Bırakın ileriye gitmeyi artık başka bir modelin konuşulması gerektiğini söyleyen Almanya önderliğinde bir grup oluştu. Hiç bir liberal çıkıp da "Siz ne söylüyorsunuz!" demedi.

Ardından Almanya, Fransa sözde "Ermeni soykırımı"nı tanırken kimse çıkıp da "Sizin işiniz bu değil!" demedi.

Son yaşanan krizde tarihi hatırlatma yapıldığında "Bize Nazi demeyin" diye seslerini yükseltmeye başladılar.

Çıkardıkları yasada "Ermeni soykırımını reddetmek suçtur" diye madde koyarken ifade özgürlüğünü unutanların, Türkiye'ye ifade özgürlüğü hatırlatmaya yüzü olamaz.

Türkiye'nin IŞİD ile mücadele etmediğini ileri süren Batı, El Bab'tan sonra Rakka'ya gitmek istediğimizi söyleyince kulaklarını tıkamayı tercih etti!

15 Temmuz sonrasında NATO üyesi ülkeler kaçak, asi ve darbeci askerleri ülkelerinde muhafaza ederken sizce gerekçeleri neydi?

Ortak bir nokta onları bir araya getiriyor; Türkiye ve İslam düşmanlığı.

Yaz yaz bitmiyor...

Türkiye ne zaman hedeflerini kulaklarına fısıldayanlara bakmadan yaptı, o gün başarıya ulaştı. Bunu yaparken de hep milli kararlar alındı.

"İçimizdeki İrlandalılar, Hollandalılar veya Almanlar" diye artık cümle kurmayacağım, çünkü bugün onlar için söylenecek tek söz; "Onlar hiç içimizde olmadılar!"

Son yaşanan olayları yalnızca "evet" ve "hayır" kampanyası üzerinden okuyabilirsiniz, peki yazdıklarımı nereye koyacaksınız.

Avrupa'nın asıl sorunu, Türkiye'nin bağımsız bir politika izlemeye başlaması ve kendine yeterli hale gelmek için çaba sarf etmesi.

Tüm yazılarını göster