Alim mi? Zalim mi?

Sevda Noyan noyansevda@gmail.com

Dün sosyal medya hesabımdan gelen bir soru açıkcası asfalyalarımı (Ege Türkçe'sinde “sigorta” demek) iyice attırdı… Son yıllardır çok özen gösterdiğim bir konuyu sizinle paylaşmaya karar verdim...

AKPARTİ iktidarı müslümanlar olarak dinimizi özgürce, rahatça ve gereğince yaşayabilmenin önünü açarken aynı zamanda ne yazık ki, çok ama çok tehlikeli bir olaya da zemin açmış oldu...

Bir takım adamlar “alim” kisvesi altında işi iyice azıtmaya başladılar!

Şeytanın bile aklına gelmeyecek yorumlarla özellikle gençlerin akıllarını allak bullak etme çabası içindeler!

Elbette buradaki en önemli sorun insanımızın hâlâ Allah'ın son mesajını okuyup anlama zahmetinde bulunmamasıdır…

Çok farklı eğilimler almış başını gidiyor:

Kitaplarını saygı ile okuduğum nice yazar iyice saçmalama aşamasına gelmişler…

Bir kaç örnek durumun vehametini anlamanıza belki yardımcı olabilir:

Efendim, namaz -haşa!- bir “put” haline gelmiş, gerçek işlevi artık ortadan kalkmış, namazı istediğin zaman kılabilirmişsin, kılmasan da olurmuş!

Efendim, tesettür de anladığımız gibi değilmiş, örtünmek yani tesettüre girmek gereksizmiş!

Bir tanesi de Allah'ın son peygamberi, bizim tek örneğimiz olan ve güzel ahlakı temsil eden Hz. Muhammed’e (ASVS) ve ailesine kafayı takmış, abuk-subuk şeyler anlatıyor da anlatıyor...

Sonra şikayetler, ağlamalar sızlanmalar:

“Çocuklarımız namaz kılmıyor!”

“Gençlerimiz deist oluyor, hattâ aralarında ateist olanlar bile var!”

Severim bu milletin ata sözlerini:

“Kötü hekim candan, kötü imam imandan eder!”

Bütün bu yaşanan, neredeyse zırvalık niteliğindeki facianın, tek bir nedeni var: kendini Müslüman olarak tanımlayanlar Allah'ın son mesajı olan mubarek Kur’ân'ı ciddi bir şekilde okuma, anlama, yaşama çabası içine girmezse, sorumlu oldukları çocukları “deist” de olur, “ateist” de olur, FETÖ'cü de olur, hoca kisvesine bürünmüş bir şeytanın peşine de takılır...

Çocuklarımıza harcadığımız emek, gösterdiğimiz yol nereye ulaşmaları için?

Bu dünya hayatımızın refahı için yaptığımız yatırımın kaçta birini onların manevi dünyaları ve son varış yeri olan ahiret için yapıyoruz?

Sorulması gereken asıl soru bu!!!

Özellikle “sosyal medya” denilen ve artık tam bir bataklık haline gelmiş olan denizde manevi olarak boğulan çok kişi olduğu ve bu gidiş böyle devam ederse, olacağı da aşikar...

İMAMOĞLU'NA BİR TEKLİFİM VAR

İstanbul'un geçici bir sürede olsa teslim edildiği İmamoğlu yine bir kısa filme imza attı…

Aday olduğu günden beri senaryo yazarının hala gizemli olduğu kısa filmlerde oynamaya devam ediyor…

Son olarak, bir markette değil, “Migros'ta alışveriş ederken" isimli filmde oynadı…

Senaryo oldukça zayıf…

İmamoğlu'na acil olarak yeni bir yazar bulmasını öneriyorum...

Mekan fena değil ama daha iyi bir mekan seçilebilirdi; zannediyorum ki söz konusu market sponsor olduğu için mecbur kalındı…

Işık güzel…

Kostüm malesef konuya uygun değil, işten eve dönerken havası verilmek istenmiş fakat beyaz gömlek uygun olmamış! Bence “Ecevit mavisi” çok daha iyi olur, konunun özüne hizmet ederdi…

Kamera kullanımı başarılı…

Sonuç olarak İmamoğlu'nu mutlaka bir kısa film yarışmasına katılmasını öneriyorum...

Ayrıca İstanbul halkı olarak kendisinden çok daha başarılı filmler beklediğimizi de söylemeden geçemeyeceğim...

Bölüm notu: Göreve gelir gelmez soluğu Bodrum'da tatilde alan İmamoğlu çok eleştirildi…

Acaba bu durumdan şöyle bir sonuç mu çıkartmalıyız: "İstanbul'da zaten herşey yolunda, ne var yani bir hafta tatil yaptıysam!” demek istemiş olabilir mi başkan bey?

BİR FİLM ÖNERİSİ

“A Private War” isimli filmi izlemenizi öneriyorum…

Bu film Suriye iç savaşının başladığı ilk dönemlerde savaş muhabiri olarak Humus'da görev yaparken bombalama sonucu ölen İngiliz gazeteci Marie Colvin'i anlatıyor… Birçok savaş bölgesinde görev yapan cesur gazeteci Marie'nin özel hayatı, duygusal gel-gitleri, mesleği için verdiği mücadele oldukça başarılı bir şekilde canlandırılmış…

Marie Colvin rolününün hakkını vererek oynayan aktirst Rosamund Pike beni çok etkiledi...

Film, tek amacı yapılan zulmleri dünyaya göstermek ve duyurmak olan mücadeleci ve herkese, herşeye rağmen yolundan dönmeyen bir kadının hikayesini anlatıyor… Sonunda ölüm dahi olsa hiç bir engel tanımamış Marie…

Filmin sonunda sadece Marie değildi beni etkileyen, tekrar şu deli soru başımı ağırtmaya yetti: “Neden? Neden İslam coğrafyalarında bitmeyen savaşlar karşısında Müslümanlar hâlâ bu kadar vurdum duymaz olabiliyor?”

Cevabını bilmeme rağmen içime sindiremediğim bir durum bu...

NOT: Garip bir ruh hali içinde ailemiz… Bir tarafta 36 yaşında ölümü uyutularak bekleyen ağır kanser hastası kuzenim… Bir tarafta farklı hastalıklarla mücadele eden ebeveynim… Bir tarafta hayata en anlamlı bağlanma nedenim olan dünyalar güzeli üç kız torunum… Bir tarafta yeni yazmaya başladığım kitabım… Bir tarafta hayatımızı maddi olarak dara düşmeden götürme mücadelesi… Bir tarafta her şeyi boşverme halim… Bir tarafta ağlama nöbetlerim… Bir tarafta şükür secdelerim… Velhasıl, karmakarışık bir akış içinde gidiyoruz ölüme doğru, doğduğumuz ilk günden itibaren...

Tüm yazılarını göster