1960-1980 Türk sineması

Sinemanın tarihçesi içinde Yeşilçam oldukça uzun bir süreci kapsayarak kendine özgü dili ve yapısı  ile uzun yıllar boyunca her anlamda Türk sinemasını temsil etti.

1960’lar Türk Sineması

 Başlangıç yılı 1914 olan ve uzun yıllar sanat olarak yeterince ciddiye alınmayan ve oluşum sürecini 1950–60 yılları arasında tamamlayan Türk sineması 1960lı yılları ulusal bir sinema arayışı içerisinde geçirir. Kendini aşamayan ve birbirinin taklidi pek çok filmin üretildiği bu on yılın ardından melodramların ağırlıkta olduğu yetmişli yıllar gelir.

 

Böyle bir döngüde tutan filmler model oluşturmuş, risk almamak adına benzer filmler peş peşe çekilmiştir. Konuların, olay örgülerinin tekrarına ve tipleşen yıldız oyunculara dayanan bu sistem, kendi anlatı yapısını ve izleyici kitlesini oluşturmuştur. Bu dönemde Türk Sineması, büyüyen alt ve orta sınıfın popüler eğlence alanını meydana getirmiş, hızla büyüyerek 1960-1975 yılları arasında film üretimi bakımından en verimli dönemini yaşamıştır. Fakat 1970’ler sadece melodramların değil, Türk sinema tarihinde iz bırakacak filmlerin de çekildiği bir dönem olur. Sonradan üzerinde çok konuşulacak, tartışılacak yönetmenler bu dönemde yetişir ve Türk sinemasını seksenli yıllara taşırlar.

 

1980’ler ve 1990’lar Türk sinemasında yeni akımların, yeni anlatım dillerinin oluştuğu dönemlerdir. 12 Eylül darbesinin ardından Dünya Sinemasındaki yeniliklere ve Türkiye’nin sosyal gelişimine ayak uyduramamıştı. Yeşilçam Sineması’nda görsel kurgunun karmaşık bir düzen taşımadığı, mekân ile öykü, karakterler, diyaloglar arasında derinlemesine düşünülmüş bir ilişki olmadığı açıktır. Bu öncelikle Türk toplumunun sözlü kültür geleneğinin etkilerine bağlanabilir.

Bu doğrultuda Yeşilçam Sineması’nın Türk toplumunda ciddi dönüşümlerin yaşandığı bir dönemde, karşıtlıklar üzerine kurulu bir anlatı biçiminde yükselmesi tesadüf değildir. 1960’lı yıllarda toplumsal alandaki değişimlere paralel olarak güçlenen modernleşme sorgulamasının yansıdığı kültürel alanlardan biri olmuş ve tekrar eden temalarında buna ilişkin karşıtlıklara odaklanmıştır. Bu nedenle modernleşme deneyimi tüm Yeşilçam anlatılarının alt metnidir. Türk toplumunda modernliğin yaptığı her türlü kaygı, korku ve arzunun Yeşilçam filmlerine sızdığı söylenebilir.

 

 1970’ler Türk Sineması

1970’de “Umut” filmiyle bir başyapıta imza atan Yılmaz Güney 1971’de de adından en çok söz edilen yönetmen olur. 1972 Türk sinemasının üretilen film sayısı açısından rekor yılıdır. 298 film yapılır ve Türk sineması sonraki yıllarda bir daha asla bu rakama ulaşamaz. O yıl aynı zamanda Türk sinemasında ciddi izler bırakan seks furyasının da yavaş yavaş kendini hissettirdiği yıldır. 1975 yılı ise beyazperde de renksiz film döneminin kapanışının, televizyonun etkisinin artmasının ve seks filmi furyasının aile izleyicisini sinema salonlarında uzaklaştırmasının tarihidir. Yapımsal sorunların arttığı 1976 ise Türk sinemasının en bunalımlı yıllarından biridir.

 Nihayetinde 1977’de tam bir darboğaza giren sinemamız halen seks furyasına tabii iken artan sansür, sinema salonlarına yapılan baskınlarla 1979’dan itibaren yeni bir furyanın içinde bulur kendini. Bu da eski furyayı ticari bakımdan pek aratmayacak olan arabesk furyasıdır.

Bütün bu olumsuzluklar içinde Türk sineması o yıllarda çok az da olsa, toplumsal ve gerçekçi, sinema yapıtları kazanmıştır. Bunlardan bazıları; Zeki Ökten’in “Sürü” (1978) Erden Kıral’ın “Kanal” ve “Bereketli Topraklar Üzerinde” (1979), Yavuz Özkan’ın “Maden” (1978), Ömer Kavur’un “Yusuf ile Kenan” (1979), Ali Özgentürk’ün “Hazal” (1979) filmler başarılı sayılmıştır. Farklı filmlerin ortaya konduğu 1960-1980 yılları arasındaki dönemde Anadolu’ya ulaşan salonlarla seyirci kalıbının değişmesi, gerek yaşanan senaryo ve konu sıkıntısı gerekse ticari kaygılar özellikle melodramları artırır. Yapılan uyarlamalarda belli başlı popüler yazarları ve onların eserlerini tercih etmeyi zorunlu kılar. Kerime Nadir, Esat Mahmut Karakurt, Muazzez Tahsin Berkant en çok eserleri uyarlanan yazar olmuştur.

 1980’ler Türk Sineması

Yine bir ihtilal ile başlayan 1980’li yıllar ise ne 12 Eylül öncesinde ne de sonrasında Türk sinemasının içinde bulunduğu duruma olumlu bir katkı sağlamamış, toplumsal ve siyasal ortamın bir sonucu olarak daha fazla ağırlık ve sorun getirmiştir. 1980’de tek farklı ve adından söz edilebilecek filmi Sinan Çetin’in ilk filmi olan “Bir Günün Hikâyesi”dir. “Sürü”, “Hazal” ve “Bereketli Topraklar Üzerinde” filmlerinin uluslararası yarışmalarda aldıkları ödüller ise 1980 yılının diğer önemli gelişmesidir.

1980 askeri darbesi Türk sinemasında da değişime sebep oldu. Erotik filmler furyası yerini arabesk sanatçılarının rol aldığı melodramlara bıraktı. Özgürlüklerin kısıtlandığı bu ortamda pek çok yönetmen de entelektüel kaygıların ağır bastığı bunalımlı, bireysel konuları işleyen filmlere yöneldi.

1982 yılının en önemli sinema olayı ise Türkiye’de gösterime girmek için izin alamayan “Hakkâri’de Bir Mevsim” filminin yurtdışında gösterdiği başarıdır. Ferit Edgü’nün“O Adlı” romanından uyarlanan, Erden Kıral’ın çektiği “Hakkâri’de Bir Mevsim” filmi yurtdışında başarı göstermesine rağmen ülkemizde ancak beş yıl aradan sonra gösterime girebilmiştir. 1983 yılında ise, sinemamız televizyonla arasında artan rekabetin yanı sıra video kaset olayıyla da karşı karşıya kalır. Sinema, televizyon kaset karşısında ciddi bir izleyici kaybına uğrar. Yine bu yıllarda sinema salonlarının ardı ardına kapandığı, Sinema yasasının Türkiye’de ilk kez harekete geçtiği yıldır.

Bu yıllarda nitelikli filmler de çekildi. Ertem Eğilmez’in arabesk filmlerinin yapısını komediyle harmanladığı kült filmi “Arabesk” (1988) seyircinin ilgisini çekti. Nesli Çölgeçen, büyük kente göç etmeye mecbur kalan bir köy ağasının şehre ayak uydurmaya çalıştığı “Züğürt Ağa”daki (1985) başarısını “Selamsız Bandosu” (1987) ile devam ettirdi. Bu dönemin öne çıkan bir başka filmi de Tunç Başaran’ın “Uçurtmayı Vurmasınlar”ıdır.

Amerikan film şirketlerinin sinema salonlarını satın alarak sadece kendi filmlerini oynatmaları televizyonun yaygınlaşmasıyla birleşince 1980’lerin sonunda Türk sineması ilk ve en büyük kriz dönemine girdi. Yapımcı firmalar bir bir kepenk kapattı, seyirci vurdulu-kırdılı filmlere alışınca salonlar Amerikan filmleriyle doldu. Türk sineması tekrar bir kriz ortamı içerisine girer. Televizyon kadar sinema endüstrisini de etkileyen videokaset olayı yerini yavaş yavaş çok kanallı uydu antenlere, yabancı yapımı filmlere terk eder. İzleyicinin birden fazla kanal ve yurtdışı yapımları alternatifleri Türk filmlerine olan ilgiyi iyice azaltır.

Arda Güler sahneye çıktı, Real Madrid tarifeyi açtı! Ünlü komedyen Hasan Can Kaya'dan Cem Yılmaz'a sivri dilli cevap Türkiye F-16'ları ne zaman teslim alacak?
Sonraki Haber