Abdülhamid’in Hicaz Hattına Bağışı

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Bugünlerde başlatılmış olan dayanışma kampanyası yakın dönem tarihimizin uygulamalarından birisidir. Siyasi tarihimiz açısından bir geleneğin devamı mahiyetindedir. Zira benzer bir örneği bir önceki asırda söz konusu olmuştu. Sultan Abdülhamid önceki asırda, benzer bir kampanyaya, ülkenin geleceği ve selameti adına bizzat öncülük etmişti. Zira imparatorlukta atılması gereken adımlar vardı. Fakat mali sıkıntılar da had safhadaydı. Hal böyle olsa da gelişen teknolojilerden yararlanmak suretiyle devlet ve milleti sulh ve sükun içerisinde tutmak esastı.

Osmanlı Devleti her ne kadar teknoloji üretememişse de bütün padişahları ve idarecileri teknolojiye yakın bir ilgi duymuşlardı. Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesi ve demirin raylara ve vagonlara dönüşmesinden kısa bir süre sonra Osmanlı yöneticileri bu nevzuhur icadın kendi idareleri altında bulunan diyarlarda da kullanılır olmasını istemişlerdi. Önceleri İngiliz ve Fransız, sonraları ise daha ziyade Alman şirketleri, imtiyazlar elde edebilmek için Babıâli ve Yıldız’ın kapısını aşındırmışlardı. Çağın modern icadı halindeki demiryolu ve telgrafın imparatorluğa kazandırılması konusunun en ziyade hevesli ise bu noktada muhtelif projeleri uygulamaya koyan Sultan II. Abdülhamid olmuştu.

Onun iktidarı döneminde imparatorluğun birçok yerinde demiryolları inşa edilmiş, telgraf hatları döşenmiş ve bu suretle şehirler ve bölgeler birbirine bağlanmıştı. Yapılan bu demiryollarından birisi ve en özgün olanı ise Hicaz Demiryolu olmuştu.

Esasen İstanbul’un Şam ve Medine’ye bağlanması fikri yeni bir şey değildi. Daha önceki tarihlerde Hicaz’a kadar uzanacak bir demiryolu yapılması düşüncesiyle bir hayli proje yapılmış ve Yıldız Sarayı’na takdim edilmişti. Bu yöndeki fikrin ilk defa ortaya atılması ise 1864 yılında Amerikalı mühendis Dr. Zimpel tarafından gerçekleştirilmişti. Ancak onun söz konusu teklifi Arap kabilelerinin gösterebileceği yoğun tepkilere ilaveten büyük harcamalar da gerektirdiği için reddedilmişti. Sonraki tarihlerde de aynı konuda bir hayli teklifler olmuşsa da en kapsamlı ve en önemli çalışma, zamanın Cidde Evkaf Müdürü̈ Arap İzzet Paşaya ait olanıydı.

İzzet Paşanın Bahriye Nezareti vasıtasıyla 1892 Şubatında Sultan Abdülhamid’e takdim ettiği projesinde, Hicaz’a yapılacak bir demiryolu hattının önemine vurguda bulunulmuş, hattın sağlayacağı faydalar konusunda bilgiler verilmişti.

Paşa, layihanın girişinde Arap Yarımadasının tarihi hakkında kısa bilgi vermiş ve sonrasında ise esas konuya değinerek, Şam veya başka uygun bir mahalden Hicaz’a bir demiryolu döşenmesinin önemini dile getirmişti.

Hicaz bölgesinin coğrafi olarak İstanbul’dan uzakta bulunduğu, dini, siyasi ve askeri açıdan önem arz etmesine rağmen bölgenin temel ihtiyaçlarının bile giderilmemesi nedeniyle ciddi zorluklar yaşandığı, güvenliğinin gereğince sağlanamadığı, maruz kalınan problemlerin yapılacak bir demiryolu ile çok rahat bir şekilde çözülebileceği İzzet Paşanın layihasında üzerinde durduğu temel hususlar olmuştu.

Proje Medine’ye kadar tamamlandığında, yıl boyunca Şam’dan İstanbul’a gitmek üzere 5.000 hacının, 5.2 Sterline alacakları bir biletle, 35 gün yerine sadece 12 günde ulaşmaları mümkün olacaktı.

Projenin gerekliliği noktasında onun önemle vurguda bulunduğu hususlardan birisi ve en önemlisi ise yabancıların Hicaz bölgesi ve Kızıldeniz sahillerinde giderek artan tehditkâr girişimleri olmuştu. Süveyş Kanalı’nın hizmet vermeye başlaması ile birlikte Avrupalı güçler Arap Yarımadası’nda tabii olarak ilgi ve nüfuz oluşturma arayışına koyulmuşlardı. Bu durum neticesinde bölge tehlikelere ve tehditlere açık bir hale gelmeye başlamıştı.

İzzet Paşa siyasi ve stratejik bir mahiyet arz eden bu projenin hayata geçirilmesi noktasındaki gerekliliğini, bölgenin kutsal şehirleri bünyesinde barındırması, hilafet ve İslamcılık politikasının işlerlik kazanması konuları ile de ilişkilendirmiş ve inşası halinde demiryolunun bu noktalarda sağlayacağı faydaları da sıralamaya çalışmıştı.

Arap İzzet Paşanın projesi, esasen böyle bir projenin Hicaz’a dair bir dizi siyasi ve askeri endişeleri olması dolayısıyla yapımını uzun zamandır düşünmekte olan Abdülhamid’in ilgisini çekmişti. Nihayet Sultan Abdülhamid hattın inşasını uygun görmüş ve 2 Mayıs 1900’de inşasını irade etmişti.

Maliyesi bütünüyle iflas etmiş ve yıkılışına kadar da hiçbir surette belini bir daha düzeltememiş bir devletin inşa etmeyi planladığı ancak hereksin imkânsız olarak görüp değerlendirdiği son derece iddialı bir proje için Arap İzzet Paşanın finansman bulma konusundaki çözümü de son derece özgün ve takdire şayandı.

Söz konusu uygulamaya göre Hicaz Demiryolunun finansman ihtiyacı dünyadaki Müslüman gönüllülerin yardımları ile temin edilecekti. Finansman sağlama yolunda ilk adım olarak Hamidiye Hicaz Demiryolu İdare-i Maliyesi adıyla ve Maliye Bakanlığına bağlı bir surette bir İane Komisyonu oluşturulmuştu. Demiryolu için toplanacak meblağın nasıl kullanacağının da yine Maliye Bakanlığınca oluşturulan komisyon tarafından belirlenmesi öngörülmüştü.

Böyle bir işe ilk bağışçı, bütün Müslümanların halifesi olma sıfatını taşıması hasebiyle, Sultan Abdülhamid oldu. O günkü para ile Müslümanların halifesi bu hayırlı işe 50.000 TL’lik (250.000 $) bir bağışta bulundu. Onun başlattığı bağış kampanyasını, bir çorap söküğü gibi tabii olarak, adı siyaset ve hilafet ekseninde dolaşan Mısır Hıdiv’i ve İran Şahı gibi isimler takip etmek zorunda kaldı. Bu üç önemli Müslüman figürü, onların idarelerindeki Müslüman fertler ve topluluklar izledi. Kampanya dalga dalga genişleyerek zengin yahut fakir, uzak yahut yakın, dünyanın farklı yerlerinde yaşayan Müslüman nüfusların harekete geçmesini sağladı.

Hattın inşasına hariçte olduğu gibi dâhilde de, Başbakanlık, Meşihat (Diyanet), Bakanlıklar ve daha birçok kurum ve isim tarafından bağışlar yapıldı. Hattın inşasına üst kademeden birçok isim, Abdülhamid’in bağışı kadar olmasa da -zira o bir Sultan’dı- birden fazla sayıdaki maaşlarını bağışlamak suretiyle katkıda bulundu.

Söz konusu isimlerden bazılarının, maaşlarından bir yıl süreyle kesilmek üzere, bağışları şöyleydi:

İzzet Paşa, meta ve malzeme olarak sağladığı karşılıksız bağışlarına ilaveten 6.000 lira.
Şura-yı Devlet / Danıştay Başbakanı SaidPaşa 4.050 lira
Mabeyn Başkâtibi (Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri) TahsinPaşa 5.700 lira.
Deniz Bakanı 16.200 lira.
Vakıflar Bakanı 3.600 lira.
Sermusahip Cevher Ağa 12.450 lira.
Mısır eski hıdivinin damadı Mahmut Sırrı Paşa 10.800 lira.
Mısır Kapıkethüdası Mahmut Bey 1.560 lira.
Bingazi Vakıflar Muhasebecisi Hüseyin Hüsnü Efendi 901 lira.
Anadolu Demiryolu Eskişehir Kısmı Komiseri İhsan Bey 324 lira.
Beyoğlu Sorgu Hâkimi Ohannes Efendi 275 lira.

Hazine İdaresinden Rakım Efendi 20 lira.
Numen-i Terakki Mektebi talebesinden Rıfat Bey 15 lira.
Dışişleri Bakanlığı mensuplarından 47.783 lira.
Gelirler Daire Başkanı ve bazı memurlarca 6.155 lira.
Hoca Ferha ve mahallesi ahalisince 71 lira.
Kapıağası Sinan Ağa Mahallesi ahalisince 30 lira.
….
Manastır vilayeti 18.030 lira.
Bursa vilayeti 117.113 lira.
Sivas vilayeti 117.729 lira.
Ankara vilayeti 98.580 lira.
Konya vilayeti 92.308 lira.
Halep vilayeti 26.500 lira.

Edirne vilayeti 68.578 lira.
Adana vilayeti 35.206 lira.
Bitlis vilayeti 10.112 lira.
Suriye 13.944 lira.
Kudüs 10.860 lira.

Burada belirtilmesi gereken önemli bir husus ise 1908 yılı haziranında Londra’da faaliyetlerini yürüten Si­yonist Teşkilat Merkezi İcra Kurulu Hicaz Demiryolunun ya­pımına katkı sağlamak amacıyla Sultan II. Abdülhamid’e 500 Sterlin değerinde bir çek göndermişti. Ancak Abdülhamid bu çeki hiçbir surette kullanmamış ve işleme koymamıştı.

Sultan Abdülhamid’in İslam’ın ve 300.000.000 Müslümanın halifesinin sözcüsü olarak başlattığı yardım kampanyası çağırısı fazlasıyla müspet bir karşılık gördü. Yapılan bağışlar neticesinde hattın maliyetinin 1/3 oranındaki 3.000.000 liralık (15.000.000 $) tutarı bu suretle tedarik edildi.

İzzet Paşa Indian Daily Telegraph’a yaptığı açıklamada; Şam-Medine arasında inşaatına başlanmış olan demiryoluna o güne değin 2.800.000 lira (14.000.000 $) bağış yapıldığını ve Şam-Mekke arasındaki 1200 km uzunluğundaki inşaatın tamamlanabilmesi için 1.500.000 liraya (7.500.000 $) daha ihtiyaç olduğunu ifade etmişti. 

Şüphesiz ki hattın inşasının gerçekleştirilmesi hiç kolay olmamıştı. Mali, coğrafi ve teknik zorlukları bir tarafa, daha fikri aşamasından itibaren muhtelif kesimler ve isimler tarafından kesif bir muhalefete de muhatap olmuştu.

Muhalif isimler arasında payitahtta olup önemli görevlerde ve en üst makamlarda bulunanlardan biri olarak Said Paşa vardı. Payitaht’tan çok uzaklarda başka yerlerde, Hicaz’da inşaat sahasında olan ve etkin makamlarda bulunan muhalif isimler de söz konusuydu.

Hicaz hattına da karşı olan bir diğer önemli isim de Hicaz Emiri Avnurrefik ve Hicaz Valisi Ratıb Paşa olmuştu.

Avnurrefik Hicaz telgraf hattının inşasına da bedevileri tahrik etmek suretiyle karşı çıkmış ve ikmaline engel olmaya çalışmıştı. Hicaz hattının yapımına da karşı olan Emir’in muhalefeti, diğerler tarafından da desteklenmişti.

Hicaz vali ve emirinin hattın yapımından duymuş oldukları rahatsızlığın nedeni tamamıyla bireysel çıkarlara dayanmaktaydı.

Kesin kararını vermeden önce, bir kez de Osmanlı devlet ricalinin fikirlerini de öğrenmek istemiş olan Abdülhamid, mevcut mali ve teknik imkânlarla böylesine büyük bir yatırımın altından kalkılamayacağı şeklindeki olumsuz yaklaşımlara rağmen hattın inşasına başlanılması iradesinde bulunmuştu.

İzzet Paşa, hemen her Müslümanın uzun zamandan beri görmeyi arzuladığı ve bir rüya olarak tanımladığı, ancak gerçekleşemez diye ifade edilen, inşası bir hayal olarak görülen ve hatta Abdülhamid’i hatla ilgili olumlu düşüncesinden vazgeçirmek için hattın ne siyasi, ne askeri yahut ticari yararı olacağını, bilakis tehlike kaynağı haline geleceğini ifade ederek vehmini harekete geçirmek isteyen Said Paşa ve emsallerinin aleni muhalefetlerine rağmen bir hayalin hakikat olmasını sağlamıştı.

İzzet Paşa, Hicaz hattını yaptırmasından dolayı Sultan Abdülhamid’in adının kıyamete kadar takdis olunacağını belirtmişti. Onun bu kehaneti gayet yerinde ve son derece doğruydu. Ancak doğru olan bir başka hakikat daha vardı. O da; Paşa’nın, hattı yaptıranın ismi kadar hattın inşasını gerçekleştirmek suretiyle kendi adını ve şanını, gayet haklı ve tabii bir surette tarihe nakşetmiş olduğu gerçeğiydi.

Diğer Yazıları