Abdülhamid ile 10 dakika baş başa

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Sultan Abdülhamid, saltanatta bulunduğu yıllarda olduğu kadar, tahttan indirilip sürgüne gönderildiği zamanlarda ve hatta bugün dahi hep kendisinden bahsedilen biri olmuştur. Onun sürgün yılları Batı’da, Avrupa’dan Amerika’ya yahut da Avustralya ve Yeni Zelanda’ya kadar bir çok ülkenin basın organlarının sayfaları konusu olmuştur. Çoğu kere bir Batı Efsaneleri şeklinde anılıp zikredilmiş olsa da bazen hakkaniyetli kalemler de söz konusu gazete sayfalarında tezahür edebilmiştir.

Bu anlamda bir muhabir, gazeteci olarak Gil Blas, Abdülhamid’in tahttan indirilip Selanik’e sürgün edilmesinden sonra onunla söyleşi yapma imkânı bulmuş olan müstesna isimlerden birisi olmuştur.

Blas’ın Abdülhamid ile olan söz konusu söyleşisi neşredilmiş ve büyük bir ilgi ile de karşılık görmüştür. Öyle ki, söyleşinin neşredildiği asıl yer Paris olsa da, örneğin ABD’de, The Sunday Star gazetesinin 12 Mart 1911 tarihli sayısında ve bir bütün halinde ve hatta özetle de olsa, Avustralya gazetelerinden The Evening Star’da yayımlanabilmiştir.

Evening Star gazetesi Gil Blas’ın söyleşisini;

Abdülhamid tutuklu bulunduğu köşkte Türkiye’nin istikbali için endişe duymaktadır. Sabık Sultan istikbaldeki tehlikeyi görmektedir. Yeni idarecilere tavsiyelerde bulunmaktadır, şeklindeki ana ve alt başlıklarıyla okuyucuları ile paylaşmıştır.

Gazete ayrıca; Devrik Osmanlı Devlet Başkanı, Villa Hapishanede Daha Titiz Bir Surette Korunacak diye ifade etmek suretiyle Abdülhamid’in hangi şartlar altında murakabe edildiğine de işaret etmiştir.

Evening Star gazetesi sayfalarında yer verdiği söyleşinin yapıldığı kişi olarak Abdülhamid’den söz ederken, ondan devrik bir padişah olarak değil, bilakis diplomasi dünyasında yüksek bir şahsiyet olarak söz etmiştir.

Gazetenin üzerinde durduğu diğer bir husus ise; muhtemelen dünya, Abdülhamid'in söylediği sözleri son kez duyacak olması dolayısıyla röportajın önemli olduğuna hususiyle dikkat çekmeye çalışmış olmasıdır.

Gil Blas, Abdülhamid ile olan söz konusu söyleşisini hangi tarihte yaptığına dair herhangi bir açıklama yapmamıştır. Bu durum onun kendisi öyle isteği için değil, kendi beyanına göre, röportaj yakın bir zamanda gerçekleşmiş olmasına rağmen röportajın tarihini açıklamamakla yükümlü tutulmasından kaynaklanmıştır. Öyle ki; söyleşinin ne zaman gerçekleştiği gizli tutulduğu gibi, söyleşi sonrasında, Abdülhamid’in güvenliğinden şahsen sorumlu olacak iki güvenilir subayın komutasındaki 100 kişilik seçilmiş bir birlikçe çok daha sıkı bir şekilde korunması gerekli görülmüştür.

Gil Blas, Abdülhamid ile söyleşi yapma imkânına İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen bir ismi sayesinde kavuşmuştur. Adı belirtilmeyen söz konusu isim Blas’a, Abdülhamid'i hemen her gün ziyaret etmekte olan doktoru Atıf Hüseyin Beye eşlik etmesi ve sadece on dakikalık bir baş başa görüşmede bulunması fırsatı sağlamıştır.

Söyleşinin muhtevası dışında önemli olan taraflarından biri de, Vambery dışında, Abdülhamid ile uzun yıllardır hiçbir bağımsız gazeteci veya yazar tarafından röportaj yapılmamış olmasıdır. Zira 31 Mart hadiselerinin yaşandığı günlerde bazı muhabirler kendisi ise görüşmek istemişlerse de Abdülhamid hiç kimseyi mülakat için kabul etmemişti.

İttihatçılar, Alatini Köşkü’nün mahremiyetine halel getirmemek ve Abdülhamid’in kaldığı yere dair kamuoylarının fazla bilgi edinmelerine fırsat vermemek adına, Blas dışında daha başka muhabirlere söyleşi yapma izni vermeme politikası izlemişlerdi.

Abdülhamid ile söyleşisine Blas, saltanatı günlerinden bilip tanıdığı ve o günlerinde kendisine çok iyi davranan biri olarak onu tekrar iktidarda görme arzusu taşıdığını ifade ederek başlamıştır. Blas ayrıca Abdülhamid’e, birçok insanın kalbinin hala Alatini Köşkü’ne saygı ve minnetle yönelim içerisinde bulunduğunu samimiyetle belirtme gereği hissetmiştir. Abdülhamid ise Blas’ın söz konusu beyanlarına Alatini Köşkü’nü konu edinerek başlamış ve:

“Ölümün eşiğindeki yaşlılığımın sıkı bir esaret hayatı şeklinde tüketildiği kasvetli bir saray” diyerek cevap mukabele etmiş ve konuşmasına şu suretle devam etmiştir:

“Selanik iklimi beni öldürüyor; yine de mutlak yalnızlığımda, bana hayat ve ayrıca kardeşimin dostluğunu bahşettiği için her şeye gücü yeten ve merhametli olan Allah'a şükrediyorum. Yaşlı ve Genç Türkler arasında ayrım yapmıyorum. Otoritesi altındaki imparatorluğun yıkılmaması için Padişah’ın herkesin iyi niyetine ihtiyacı var.

Osmanlı Devleti gibi bu kadar geniş ve heterojen bir imparatorluğun refahını sağlamak üzere, her biri kendi tarzında var olan farklı ırkların yardımından nasıl yararlanılacağını bilmek gerekir. Kendilerine nazik davranılırsa Arnavutlar her zaman sadıktırlar. Ermeniler; kendilerine nasıl davranılırsa davranılsın her zaman kavga ve gürültü ederler. Avrupalı Hıristiyanlar; anayasa olsun ya da olmasın, her zaman birbirleriyle çekişeceklerdir. Aşiret ve kabile halindeki Dürziler, Kürtler ve Araplar aynı şekilde yönetilemezler; bu mümkün değildir.

Türkler, çok iyi biliyorum, büyük ilerleme kaydettiler, ama bu sadece muayyen bir kesim ile sınırlı kaldı. Eğer hükümet bu seçilmiş azınlığın elinde ve bunlar da anarşi içindeyseler, padişahın uzlaştırıcı etkisini kullanmak için artık yeterli bir yetkisi kalmayacaktır. Neticede söz konusu durum sadece Müslüman ve gayrimüslim unsurlar arasında değil, eski adetlere bağlı Müslümanlar ile yenilik aşkıyla kendilerinden geçmiş bulunan Müslümanlar arasında da geçimsizliğe sebebiyet verecektir. Tek doğru yöntem, önce imparatorluğun gücü ve erdemi olan Türkleri kullanarak, sonra da Müslüman milletlerin her birine, kendilerine en uygun şekilde davranmak suretiyle, İslam şemsiyesi altında bir yönetim biçimi sergilemektir.

İstanbul ve Bursa'nın genç Softaları, Asya dağlarından ve Rodop'tan gelen Müslümanlar ile Berlin'deki eğitim okullarında görev yapan subaylar arsında medeniyet bakımından iki asırlık bir fark vardır.

Şayet imparatorluğun gücü ve erdemi Türklerdeyse, Türklerin gücü ve erdemi de İslam'dandır.

Osmanlılar için her şey İslam ile özetlenir. Aynı şey diğer Müslümanlar için de geçerlidir. Bunlar arasında Araplar ilk dikkate alınacak olanlardır, çünkü aynı inancın tüm mezhepleri arasındaki dini bağı sürdürmek ve yaymak için en uygun olanlar onlardır.

Araplar, halifenin gözde evlatları olarak muamele görmelidirler ki boyun eğmeleri halinde imparatorluğun büyük bir şan kazanması ile Osmanlı hükümetinin elde ettiği bu prestijden İslam’ın da yarar göreceğine kani olsunlar.

Bir insanın alacaklılarına cevap vermesi gerektiğinde, kendi aralarında anlaşarak kadının/hâkimin kapısını çalmasınalar diye düşünerek hepsini birden kızdırıp gücendirmemesi gerekir.

Avrupa'ya ve Arabistan'a karşı aynı anda meydan okuyamayız ve aynı anda hem çetelere hem de kabilelere emir geçiremeyiz, ancak birini diğerinin başına musallat etmek veya kontrol altında tutmak için kullanmalıyız.

Batılılar paraya ve güzel söze düşkündürler ama her ikisini kullanmayı da çok iyi bilirler. Her milletin iyi nitelikleri ve kusurları, her istenene boyun eğmeden, ancak hiçbirinin güvenini de sarsmadan, imparatorluğun iyiliği için kullanılmalıdır.

Aziz kardeşim padişah ve sadakatli vekilleri bütün bu teorileri uyguluyorlar, Allah kendilerini muhafaza buyursun!

Bana gelince, biraz iyi hava ve özgürlüğün ölmesini daha nazikçe sağlayacağı, hırsları ve pişmanlıkları olmayan, acılı, hasta ve yaşlı bir adamdan başka bir şey değilim."

Kendisine kısa bir süre için Abdülhamid ile görüşme izni verilmiş olan Blas, kaleme aldığı söyleşisini şu cümlelerle değerlendirmek suretiyle sona erdirmiştir:

Abdülhamid'in politikasının tamamı bu birkaç satırda yer almaktadır ve bundan daha takdire şayan veya özlü bir şekilde ifade edilemezdi. Bu onun siyasi vasiyetidir ve muhtemelen bunu ziyaretçisiyle (benimle) konuşurken hissetmiştir. Her yerde Divide et Imperia / Böl ve Yönet vurgusu ile İslam'a ve Osman hanedanının halifeliğine olan kaygı duyulur. Arnavutluk ve Arabistan'ı yeni rejime karşı isyana sevk eden, yeni rejimin onun ilkelerinden uzaklaşması oldu ve İstanbul'dan gelen son mesajlar, İttihat ve Terakki komitesinin hatalarını geç bir surette fark ettiğini göstermektedir.

 

1- The Sunday Star, Washington, D. C., March 12, 1911; The Evening Star, (Boulder, WA: 1898 - 1921), 30 March 1911.

Diğer Yazıları