2002-2016, Yüksek Faiz, Düşük Kur...

Göksel Aşan

Göksel Aşan

Türkiye’de döviz kurları meselesine çok gerilerden başlamaya niyetimiz yok. Ancak yine de nasıl bir dolarizasyon süreci yaşadığımızı özellikle genç okurlara bir miktar anlatmakta fayda olabilir. Aslında bizler için de nostalji olabilecek birkaç örnek yeterli olacaktır. 2001 yılına kadar mesela vakıf üniversiteleri de dahil olmak üzere bütün özel okul fiyatları Dolar olarak açıklanırdı. Nispeten iyi bir işyerinde çalışanların (beyaz yakalılar) tamamı maaşlarını Dolar olarak alırlardı. Hele bir de orta ve üst düzey yönetici iseniz Türk Lirası ile ücret almanız düşünülemezdi bile. Zaten “iyi” bir işinizin olup olmadığını belirleyen en önemli ölçü maaşınızın hangi para birimi ile ödendiği idi. Kiraları söylemeye gerek bile yok. Maalesef daha düne kadar devletin özelleştirme ihaleleri dahi Dolar üzerinden yapılıyor idi. Bu ülke çocuklara bayram harçlığını TL olarak verdiğinizde surat astıkları bir dönemi yaşadı. Sıradan bir vatandaşın (bunu dış ticaret yapmayan, yüksek bir tasarrufu olmayan, nispeten dar gelirli anlamında kabul edin) hatta çocukların hemen hemen tüm yabancı paraları (Dolar, Mark, Frank, Gulden vs) gördüğünde tanıyabildiği ancak Türk Lirası üzerindeki şekiller konusunda (çok sık değiştiği için) neredeyse hiçbir şey hatırlamadığı bir dönemden söz ediyoruz. Türk Lira’sına “dandik para” dendiğinde en çok kızanların bile içlerinden hak verdikleri, günlük tahsilatlarını bir gece dahi TL olarak tutmaya tahammül edemeyenlerin bin bir telaşla döviz bürolarına koşuştukları, çalışanların maaşlarını alır almaz yarısını dövize çevirip 15 gün sonra bozdurdukları, kısaca (bunu yazmaktan utanç duyuyoruz ama…) tüm Türk Halkı’nın sanki üzerinde on binlerce mikrop varmış gibi Türk Lirası’na dokunmak dahi istemediği yıllar yaşadık. Çok şükür ki bugün hala izleri olmakla birlikte o dolarizasyon günleri geride kalmış durumda.

Türkiye büyük krize yol açan, 1999 yılında IMF ile varılan anlaşma sonucu uygulamaya konulan, istikrar programında bir çeşit sabit kur rejimi uyguladı. TCMB 2000 yılı için öngördüğü enflasyon hedefini açıkladı ve döviz sepetindeki (1 USD, 0.77 EURO) artışın enflasyon kadar olacağını da taahhüt etti. Burada amaç dış ticarete açık malların fiyatlarındaki artışı %20’de tutarak diğer malların da bunu takip etmesini sağlamak ve enflasyonu düşürmekti. Program ilk planda başarılı görünmekle beraber büyük bir felaket (2001 Krizi) ile sonuçlandı. Kriz ile birlikte, Hükümet tarafından dalgalı kur rejimine geçildiği anons edildi. Sonrasında IMF ile yeni bir stand-by anlaşması yapıldı ve dalgalı kur rejimi devam ettirildi. O zamandan bu yana Türkiye’de bir önceki yazımızda da bahsettiğimiz biçimde bir “yönetilen dalgalı kur” rejimi uygulanmaktadır.

IMF ile 2001 yılında yapılan programın en önemli sonuçlarından biri TCMB’ye tanınan araç bağımsızlığı oldu. TCMB enflasyon hedefleri doğrultusunda para politikasını belirleme konusunda hükümetlerden bağımsız hale geldi. Yine programla beraber para politikasının ana enstrümanı politika faizi oldu. TCMB belli aralıklarla toplanan Para Kurulu tarafından belirlenen politika faizi aracılığı ile para arzını ayarlayarak (tabii ki başka tali araçları da kullanarak) enflasyonu kontrol altına almak ile görevlendirildi.

2001 yılının sonunda TCMB fonlama maliyeti %90-100 aralığında, yıllık enflasyon %68 ve Dolar kuru 1 440 000 TL idi. Reel faizlerin oldukça yüksek olduğu ve döviz kurlarının da iki katın üzerinde arttığı korkunç bir kriz yılı büyük acılarla tamamlanmıştı. TCMB IMF ile yapılan istikrar anlaşması gereğince sıkı para politikası uygulamaya başlamış, maliye politikası tarafında da aynı sıkılaştırmanın etkisi ile ciddi bir durgunluk yaşanmıştır. Merkez bankası 2002 yılı içinde de aynı politikayı devam ettirmiş politika faizlerini kademeli olarak % 51’e indirmiştir. Aynı yıl enflasyon %30’a gerilemiş, Dolar kuru ise yılı 1 642 000 TL seviyesinde tamamlamıştır. Bu yıl da yine yüksek reel faizin olduğu, içeriye sermaye girişlerinin artmaya başladığı ve 2001 sonuna kıyasla TL’nin reel olarak değer kazandığı bir yıl olmuştur. 2003 yılı sonunda TCMB faizlerinin % 31’e düşürüldüğü, enflasyonun % 18’e gerilediği ve Dolar kurunun 1 400 000 TL olduğu bir tablo vardır. Enflasyon TCMB tarafından “gereğinden” daha sıkı uygulanan para politikasının etkisi ile beklentinin oldukça altında gerçekleşmiş bu tarihi yüksek seviyelerde bir reel faizi ortaya çıkarmıştır. Bunun etkisi ile Dolar kuru yaklaşık %14 gerilemiş ve TL reel olarak oldukça yüksek değer kazanmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken enflasyonda gerçekleşen düşüşte kurdaki gerilemenin payıdır. TCMB çok yüksek reel faizlerle içeriye sermaye girişini teşvik etmiş ve bunun neticesinde ortaya çıkan kurdaki gerileme enflasyon düşüşünü hızlandırmıştır. Unutmamak gerekir ki bu tür yüksek reel faizlerin ülke ekonomisine ciddi bir yükü vardır.

2004 yılı tablonun çok da değişmediği bir yıl oldu. Her ne kadar yıl içerisinde kurlarda hareketlenme olsa da Dolar yılı 1 348 000 TL’den kapattı. Enflasyon 9,2 gerçekleşirken TCMB politika faizi % 31’den kademeli olarak % 22’ye inmişti. Yine yüksek reel faiz, aşırı değerli TL politikası devam etmiş ve bunun sonucu olarak enflasyon tek haneye indirilmiştir. 2005 yılında TL’deki aşırı değerlenmenin zirve yaptığı, Dolar kurunun 1,26 TL seviyelerini gördüğü ve yılı 1,35 TL’den tamamladığı bir tablo varken politika faizleri % 22’den %17,5’e indirilmiş ve enflasyon % 7,7 olmuştur. Aslında senaryoda bir değişiklik yoktur. Yine yüksek reel faiz, aşırı değerli TL ve kurdaki düşmenin de yardımı ile gerileyen enflasyon. Şunu da hemen belirtelim; tüm bu dönemler boyunca cari açık oldukça yüksek gerçekleşmiş ancak sermeye girişi çok daha yüksek olduğu için döviz rezervleri artmıştır.

2006 Türkiye ekonomisi açısından kritik bir yıldır. Zira Mayıs ayına kadar yatay giden döviz kurları yurt dışındaki gelişmelerin etkisi ile hareketlenmiş ve kısa bir sürede 1,7 seviyelerine yükselmiştir. Bu aslında piyasalar açısından kurda aşırı değerlenmenin düzeltilmesi için önemli bir fırsattır ancak Merkez Bankası biraz da panik havasının etkisi altında kalarak politika faizlerinde 4 puan artışa gitmiş ve kurdaki yükselişi geri çevirmiştir. Yılın sonunda Dolar 1,42 TL’ye geri dönmüş, politikası faizi %22’ye yükselmiş ve enflasyon %9,65 ile 2005’e göre 2 puanlık bir artış göstermiştir. 2006 yılındaki enflasyon artışının altında yıl içinde kurda yaşanan yükselişin etkisi vardır. Kuru bastırarak enflasyonda yaşanılan gerileme (kur geçişkenliğini azaltma yolunda fazla bir ilerleme sağlanamadığı için) kur biraz yükseldiğinde tersine dönmüştür. 2006’da yaşananların ve TCMB’nin yaptığı faiz artışının ekonomiye ciddi bir yükü olmuştur. Diğer yandan büyüme oranında ivme aşağı dönmüş ve bu düşüş 2007 yılında da devam etmiştir. 2007 reel kurda yine bir zirve yılı olmuştur. Yılın sonunda Dolar kuru 1,17 TL’ye kadar gerilemiş, 6 yıl sonra 2001’deki değerinin dahi altına düşmüştür. Politika faizinin yıl boyunca %20’lerde tutulduğu, enflasyonun tamamen kurdaki düşüşün etkisi ile 8,4’e gerilediği 2007 yılında yine çok yüksek reel faizler ödenmiştir. Merkez Bankası 2008 yılının son çeyreğine kadar, kur 1,18’lere gerilemiş olmasına rağmen politika faizlerini yüksek tutmuş ve düşük kur yolu ile enflasyonu kontrol etme politikasına devam etmiştir. Yılın sonuna doğru tüm dünyayı sarsan finansal krizin patlak vermesi ile birlikte kur 1,7 TL seviyesine yükselmiş ve Merkez Bankası bir kez daha piyasanın bu düzeltme fırsatını kullanmak yerine faizleri arttırmayı seçmiştir. Yükselen kur enflasyonu bir kez daha yükseltmiş ve 10’un üzerine çıkarak yine iki haneye gelmiştir. Türkiye bir yıl daha yüksek faiz ile kurları bastırarak enflasyonu düşük tutmanın bedelini ödemeye devam etmiştir. 2009 yılında tüm dünyada yaşanan daralma ve buna tepki olarak uygulanan gevşek para politikaları Türkiye için de faizlerin düşmesi açısından bir fırsat olmuştur. Büyümenin negatif olduğu 2009 yılında cari işlemler açığındaki düşmenin ve dünyadaki likidite bolluğunun da etkisi ile kur 1,5 TL seviyelerine geri dönmüştür.

Türkiye ekonomisi açısından 2008 yılının önemi IMF ile stand-by anlaşmasının bitmesi ve tüm baskılara rağmen son derece isabetli bir kararla Başbakan Erdoğan’ın yeni bir anlaşmayı ret etmesi olmuştur. IMF’siz yılların başlaması ile birlikte yüksek faiz/düşük kur politikasından vaz geçilmesi için bir fırsat ortaya çıkmış ancak TCMB bu fırsatı maalesef kullanmamıştır. 2011 yılında ABD’de faizlerin yükseleceğine dair beklentilerin Dolar’ı değerlendirmesine Merkez’in tepkisi yine faizleri yükseltmek olmuştur. Ekim 2011 de politika faizi 2,5 puan yükseltilmiş buna rağmen enflasyon %10,5 olarak gerçekleşmiştir. 2012 yılında kur dalgalanmalara rağmen yılı 1,7 TL’nin biraz üzerinde bitirmiştir. Enflasyonun %6 olduğu yıl politika faizi ortalama % 10 civarında kalmış ve yüksek reel faiz politikası IMF gönderilmiş olmasına rağmen devam etmiştir. Maalesef aynı senaryo 2014 yılının ilk aylarında da yaşanmıştır. Kur yine hareketlenmiş, 2,3 TL’nin üzerine çıkmış ve TCMB yine politika faizinde 4 puanlık artışa gitmeyi tercih etmiştir. Ancak bu kez kurdaki gerileme biraz daha sınırlı kalmış, yıl sonunda kur yine 2.3 TL’ye yükselmiş ve kurdaki düzeltme gecikmiş olmasına rağmen bir miktar gerçekleşmiştir. 2015 yılında Merkez Bankası politika faizlerini nispeten ılımlı bir seviyede tutmuş ve bunun etkisi ile kur yıl sonuna doğru 3 TL’ye ulaşmıştır. Doların geldiği bu seviye dahi hala TL’nin reel olarak değerli olduğu bir seviyedir. Şunu da belirtelim ki kurdaki bu düzeltmeye rağmen enflasyon tek hanede kalmaya devam etmiştir. Bunda enerji fiyatlarındaki düşüşün payı olduğunu da hatırlatalım.

Aslında bu uzun yazının çok kısa bir özeti var. Merkez Bankası ekonomiye bedeli ne olursa olsun, enflasyonu kontrol etmek adına yıllarca çok yüksek reel faiz ve bastırılmış kur politikasını izlemiş ve düşük kurun büyük katkısı ile enflasyonu düşürmede başarılı olarak görünmüştür. Peki nedir bu politikanın maliyeti? Öncelikle düşük kur özellikle ara malı üreten firmaların ithalat ile rekabet etmelerini imkansız hale getirmiş ve bu firmalar ya üretimlerini yurt dışına taşımayı ya da sektör değiştirmeyi seçmiştir. Bu trend maalesef ihracatın ithalatı karşılama oranını düşürmüştür. Türkiye ihracat rekorları kırmasına rağmen, rekabetçi olmayan kurlar potansiyelinin gerisinde kalmasına yol açmıştır. Yüksek reel faiz (ki bazı dönemler Dolar bazında %30’ları bulan kazançlara yol açmıştır) içeride yaratılan kaynağın büyük bir kısmının dışarıya transferine sebep olmuştur. Yine yüksek faizin yol açtığı aşırı sermaye girişi, özel sektörün dövizle borçlanmayı çok daha avantajlı görmesi Türkiye’nin özel sektör dış borcunu son derece yüksek bir seviyeye taşımış ve kırılganlığı arttırmıştır. Elbette bu süreçte özel sektör kendisini koruyacak bazı finansal araçları kullanma konusunda yetersiz kalmıştır ve kırılganlıkta bunun da payı vardır. Ancak yine de yüksek miktarda kısa vadeli borcu çevirme ihtiyacı ekonomimizi spekülatif ataklara açık hale getirmiştir.

2016 sonrası ve bugün yaşanılanları bir sonraki yazıda konu edeceğiz.

Diğer Yazıları