15 Temmuz'un ikinci yılında...

Prof. Dr. B. Zakir Avşar

Prof. Dr. B. Zakir Avşar

Sıcak bir Ankara akşamında alçaktan uçan helikopterlerin ve uçakların sesiyle bir olağandışı halin olduğunu anladım. Dışarda idim. Günlük rutinimiz olan yürüyüşümüzü yapıyordum, güneşin inmesini ve havanın o bunaltıcı halini yitirmesini fırsat bilerek… Meğer hava aslında esas o andan itibaren yakacak, bunaltacak, Türkiye’yi büyük bir felakete doğru götürme istidadı kazanacakmış…


Neler oluyor, diye herkes birbirine sormaya başladı, telefonlar susmak bilmedi. İstanbul’da köprüyü tutan askerlerden ve tanklardan söz ediliyordu. İlk işim MHP Genel Merkezi’ni aramak oldu. Genel Başkan Devlet Bahçeli eve gitmek üzere çıkmış ancak havadaki hareketlilik üzerine geri dönmüştü.


Sonrası malum, Devlet Bey, o ana kadar siyasi muarızları olan, meydanlarda ve ekranlarda en keskin eleştirileri yönelttiği Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na ulaşıp darbeye karşı demokrasinin ve seçilmiş meşru hükümetin yanında olacaklarını, her ne olursa olsun bu darbenin başarılı olmasına asla müsaade edilmemesi gerektiğini belirtmişti.


Devlet Bey’in ikinci önemli adımı ise, Ankara’da bulunan milletvekili arkadaşlarımızın TBMM binasına ulaşmaları ve Genel Kurul çalışmalarını sürdürmeleri idi. Pek çok arkadaşımız bu talimata derhal uyarak TBMM’ye ulaştı. Bombalar TBMM’ye düşmeye başladığı anda bile Gazi Meclis çalışmalarına devam etti ve darbecilere demokrasinin kesintiye uğramasına izin vermeyecekleri mesajını çok net bir şekilde verdiler.


Ben ve bazı arkadaşlarım ise, Genel Başkan’ın her ihtimale karşı ihtiyaç duyacağı an yanında
olabileceğimiz şekilde konumlandık ve sabaha kadar irtibatımızı koruduk.


Türkiye, büyük Türk milletinin yediden yetmişe demokrasiyi korumak ve kökü dışarda ihanet
şebekesinin felaket senaryosuna fırsat vermemek için sokaklara döküldü. Şehitlerimiz ve gazilerimiz oldu.

Tüm şehitlere Allah’tan rahmet, gazilerimize güzel ve sağlıklı bir hayat diliyorum.

15 Temmuz’un ikinci yıldönümünde ülkemden uzaklardayım. Meydanlara akan milyonların arasında olmayı, ayyıldızlı albayrağı sallayarak o coşkuyu yaşamayı isterdim.

Sayın Cumhurbaşkanı darbe girişiminin ikinci yıldönümünde de aziz milletimizi yine darbeyi püskürten o kutsal çağrıda olduğu gibi meydana davet etti, ama bu sefer başarının sahiplerini başarılarını kutlamak üzere…

Görkemli kalabalık içimi ferahlattı, yüreğimi gururla kabarttı. Milletimize olan sevgimin ve güvenimin ne kadar büyük bir temele dayandığını bir kez daha gösterdi. Özgürlüğüne, bağımsızlığına, değerlerine bu kadar bağlı, sahip bir millet sevilmez mi?


Darbe girişimi ile, ne kadar büyük bir tehlike ve tehdit altında olduğumuzu bir kez daha gördük. Kökü dışarda fitne yapılanmasının “alnı secdede, okuyan yazan, akıllı, bilgili çocuklar” olmadığını, beyinleri esir alınmış, mankurtlar sürüsü olarak bu milleti perişan etmeye hazır bir güruh olduğunu herkes anladı. Bunların ülkemizin diğer büyük belası, PKK ile derin iş birliği içinde olduğu da yine o gece ortaya çıktı. Her gün, her fırsatta eylem yapan PKK, darbe girişiminin yarattığı büyük güvenlik boşluğuna rağmen eylem yapmadı; yazıklar olsun ki, kendisine Türk subayı üniforması giydirilmiş bu hainlerin bir kısmı başarısızlık sonrası PKK’ya, bir kısmı ise Yunanistan’a sığındı…


Bu hain darbe girişimidir ki, Türkiye’de asla bir iktidar boşluğunun meydana gelmemesi gerektiğini ayan beyan ortaya koydu.

Bu nedenle de Türkiye’nin PKK ile de, FETÖ ile de kesintisiz ve amansız bir mücadele vermesi gerektiği gerçeğini artık yediden yetmişe herkes kabullendi. Bunlarla ne uzlaşma mümkün, ne bir zeminde buluşmak. Bunların ihanet etmeyecekleri, herhangi bir şey olamaz. Çünkü her ikisi de kökü ve idaresi dışarıda olan, Türk milletinin aleyhine kurdurulan yapılar.

İşte bu anma yıldönümünde meydanları dolduran insanları anlamayanlar Türkiye’yi
anlayamayanlardır.

Diğer Yazıları