Yeni Türkiye’nin ayak sesleri ve hilafetin tarihe intikali - 2

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

1919-1922 yılları arasında Vahdeddin padişah olarak artık "halife" ve "sultan" sıfatlarının her ikisine birden ve fiilen sahip değildi.

"Sultan" sıfatını, kendi iradesi ile muvakkaten Mustafa Kemal’in şahsında Anadolu’ya devretmiş ve Anadolu’nun işgaline karşı orada vekâlet savaşı başlatılmasının önünü açmıştı. Ancak böyle yapmakla da Sultan sıfatını/kılıcını bir daha elde edemeyecek şekilde Anadolu’ya kaptırmıştı.

***

1922 yılı padişah olarak Vahdeddin’in iki temel vasıflarından birisini kaybettiği yıl oldu.

Onun dini liderliğini (zıllullah) ve tasarrufunu temsil eden Halife sıfatı ile dünyevi (melik, hükümdar) gücünü temsil eden "Sultan" sıfatı, Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nde lağvedildi. Ancak Saltanatın ilgası sırasında ve sonrasında hiçbir çatışma ve çarpışma yaşanmamış, her şey sulh ve sükûn içerisinde tamamlanmış ve sonuçlanmıştı.

***

Sultan Vahdeddin Anadolu’da alınan söz konusu kararı ve yeni siyasi durumu bir anlamda içine sindiremedi. Zaten uzun süredir Kemalistlerin şiddetli tehditleri ve kaçması için biteviye teşvikleri de sürüp gitmekteydi…

Nihayet 17 Kasım 1922’de Malaya gemisi ile önce Malta’ya, sonra da Avrupa’ya gitti. 1926’da orada öldü ve muhtemelen öldürüldü…

***

Kemalistlerle Milli Mücadele sırasında sürekli dirsek teması halinde olan ve Sultan Vahdeddin’den pek de hazzetmeyen Abdülmecid Efendi, Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından yeni Halife olarak seçilip tüm dünyaya ilan edildi… Zira Abdülmecid Efendi, İslamiyet’teki mahremiyet ölçülerini adeta hiçe sayarak kendi kızının müstehcen resimlerini çizecek ve nu resimler yapabilecek kadar sanatında mahir; haramları çiğneyecek kadar inancında cesur ve fikren liberal biriydi.

Yeni Türkiye’ye giden yolda Türkiye’ye de ancak böyle bir halife yakışırdı!

Saltanatın kaldırılmasından sonra kabiliyet ve vasıfları itibarıyla Abdülmecid Efendi ölçüsünde bir insanın hilafet makamına getirilmesiyle, hilafet makamı; vakarı, muhtevası ve kutsiyeti itibarıyla nispeten yozlaştırılmış ve istikbaldeki fonksiyonsuzlaştırılması hamlesinin ilk adımı böylece atılmıştı…

fwegfvwfgggh

Halife Abdülmecid Efendi daha 1922’de kesilip budanmış olan Sultan (Saltanat) sıfatının olmamasından dolayı kanat çırpıp uçamadığını Kemalistlere yana yakına ifade ve şikâyet etmişse de onun bu yöndeki sızlanmaları Kemalistler için fazla bir anlam ifade etmemişti. Çaresiz kalan Abdülmecid Efendi zaman zaman tek kanadıyla uçmak için bazı teşebbüslerde bulunmuşsa da onun bu yöndeki her girişimi hem hüsranla neticelenmiş hem de bu tür hareketlerden kaçınması yönünde Ankara’dan ciddi ihtarlar almış ve azarlanmıştı.

Artık Halife Abdülmecid Efendi için yapacak pek fazla bir şey yoktu ve çok bir işe yaramayacak olan halife sıfatı ile yetinmek onun için bir zorunluluktu.

Ancak Kemalistlerin bu kadarı ile yetinmeleri de ümit edilip beklenemezdi.

Tıpkı Fransa’da geçmişte yaşananlar gibi, bir dizi reformların yapılacağı Cumhuriyet ilan edilmeli, Saltanata ilaveten Hilafete de artık son verilmeliydi… Ve öyle de oldu.

Telgraflar bütün dünyaya Ankara Meclisi’nin 3 Mart 1924’te aldığı bir kararla hilafete son verdiğini ve Hanedan üyelerinin de top yekûn sınır dışı edilmeleri kararını onayladığını haber vermekteydi.

Zira Yeni Türkiye’nin sınırları dâhilinde dini bir otoriteye artık kesinlikle yer yoktu ve hiçbir surette de olamayacaktı. Her ne kadar anayasada devletin dini din-i İslam’dır denmiş ve hükümete “ahkâm-ı şer’iyenin infazı” görevi verilmişse de bundan böyle bu tür şeylere ihtiyaç duyulmamaktaydı.

4 Mart 1924’te Millet Meclisi Şer’iye Vekâlet’inin ve Vakıfların kapatılmasına ve kurumun sahip olduğu menkul ve gayrimenkul malların devletleştirilmesine karar vermişti.

Hilafet ve Hanedan aleyhtarları mebuslar fikirlerinde ve işleri icrada o kadar azimli ve kararlıydılar ki Mustafa Kemal’i bile dinlemiyorlardı.

Ankara’da Meclis’te Hilafet ve Hanedan üyelerinin akıbetlerine dair müzakereler yapılıp kararlar alınırken Mustafa Kemal; hiç olmazsa Hanedan üyelerinin bayanlarını sınır dışı etmeyelim… şeklinde teklif ve tavsiyelerde bulunmuştu.

Fakat onun bu teklifi başta İsmet Paşa'nın itirazı olmak üzere diğer mebuslarca muhalefetle karşılanmış ve hiçbir surette tatbike değer görülmemişti.

Nihayet Abdülmecid Efendi ve ailesi başta olmak üzere altı asırlık Osmanlı ailesi üyelerinin bütünü, bebek yaşta olanlar da dâhil olmak üzere, bay bayan ayırım yapılmadan, hizmetlileri ile birlikte 234 kişi, Mustafa Kemal’e rağmen, hudut dışı edilmekten kurutulamamıştı.

Bu kararın ardından ilga kanunun ilgili maddeleri şimşek hızı ile uygulamaya konmuş… Hanedan üyelerinin sınır dışı süreci iştiyakla başlatılmıştı.

Büyük Millet Meclisince Halife Abdülmecid Efendi için 15.000 lira cep harçlığı öngörülmüştü. Diğer şehzade ve hanım sultanların her birine ise 1000 lira verilmesi kararlaştırılmıştı.

Bu işler için hükümetin tahsis etmiş olduğu para yetmiş ve hatta artmıştı.

Hakikaten de bu iş için ayrılan ödenek neticede artmıştı. Halife Abdülmecid Efendi, evlatları ve hanedan üyelerinin memleketten ihracı için harcanmak üzere ayrılan tahsisattan artan para, adı geçenlere refakat eden memur ve zabıtaya ikramiye olarak dağıtılmıştı.

Hanedan üyeleri istemeseler de 10 gün sonra meçhul bir yolculuğa çıkacaklardı. Ancak kanun öyle dese ve öngörse de 10 günlük süreye hiçbir surette bağlı kalınmamıştı.

Büyük Millet Meclisi’nin Halife olarak seçmiş olduğu Abdülmecid Efendi aynı meclis tarafından alınan bir kararla bu defa vatandaşlıktan bile çıkarılarak çoktan sınır dışı edilmişti…

Zira devir çoktan değişmiş ve "Padişahım Çok Yaşa!" övgü dolu hitapları çoktan sona etmişti…

Hanedan üyeleri için ufuk korkunç derecede sisli ve iç yakıcı derecede ürperticiydi.

Hanedan üyeleri ve mensupları kendilerini meçhule götürecek yola çıkmak için hemen, bir an evvel ve bir çırpıda hazırlanmalı, olmayacak şeylerin hayaline kapılmamalıydı.

Zaman hazırlık ve tedarik zamanıydı. Bunun için birikimi olanlar bankadaki paralarını çekmeye koşmuşlarsa da emir yüksek yerden olduğu için buna muvaffak olamamışlardı. Zira verilen karar gereği beraberlerinde sadece ve sadece şahsi takı ve mücevherlerini götürebilirlerdi.

Gayrimenkullerini de vergilerini ödemek şartıyla azami bir yıl içinde satabilirlerdi. Aksi halde köşkleri ve evleri devlete intikal edecekti… Saraylar ise zaten birer kamu malı olarak müzeye dönüştürülecekti… Bu konulara dair karar ilgilisince çoktan verilmişti…

***

Hilafetin kaldırılması ile dünyadaki tüm Müslümanların mücerret bir hal kesp etmiş olan manevi mesnetlerinden birisi artık yıkılmıştı. İslam dünyasına manevi açıdan bugüne kadar iflah olamayacağı derecede ciddi bir dini-siyasi darbe indirilmişti…

***

Yeni Türkiye’de çeyrek asır bile geçmeden, on on beş yıl gibi çok kısa bir süre içerisinde devlet idaresi, toplum düzeni ve ferdi hayat bütünü ile değişmiş ve her şey sil baştan yeniden kurgulanmış ve inşa edilmişti.

Bu gerçekten çok zordu, zor olmuştu ve ancak nihayeti itibarıyla gerçekleştirilmişti…

Anadolu’nun ortasında muhafazakâr bir nüfusa sahip Ankara’da mazinin engin derinliklerine kök salmış hilafeti lağvetmek; hilafet kurumu kadar eski ve devasa zenginlik ve etkinliğin sahibi vakıfları bir çırpıda kapatarak mallarını devletleştirmek; inanç ve itikatlarına bağlı olarak insanların zihni ve kalbi derinliklerinde yer etmiş ferdi alışkanlıkları hiçbir surette taviz vermeden değiştirmek ve o güne kadar var olan her şeyi adeta silip süpürürcesine bertaraf edip yerine daha evvelce var olmayanları ikame etmek…

ferljngreggg

Evet bütün bunları ancak ve ancak devrimci bir nesil başarabilirdi.

Olup bitenler karşısında şaşırdığını söyleyen ve şaşıp kalmış gibi gözüken Avrupa ise Yeni Türkiye’yi alkışlamış ve onu güçlü kılmak ve yardım etmek üzere ona kollarını açmıştı… Ancak Batı Türkiye’ye fazla güven ve itimat da duymamaktaydı. Zira Yeni Türkiye’nin mevcut durumu ile kısa sürede kalkınıp gelişebileceği hem müphem hem de oldukça şüpheliydi.

***

Dün ve bugün itibarıyla içimizde ve etrafımızda yaşanan ve maruz kalınan siyasi hadiseler bir kez daha göstermektedir ki, Yeni Türkiye’nin serpilip büyümesi, gelişip güçlenmesi, harici istekler ve desteklerde değil, bilakis kendi öz benliğinden gizlidir.

Diğer Yazıları