"Türk yargısının FETÖ ihanetine karşı duruşu takdire şayan"

Adalet Bakanı Abdulhamit Gül İstanbul Anadolu Adliyesi Dergisi'ne konuştu

Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 21 Ocak 2017 tarihinde kabul edilip 16 Nisan 2017 tarihli referandumda milletimiz tarafından da onaylanarak yürürlüğe giren köklü anayasa değişiklikleriyle ilgili olacak; birçok önemli yenilik getiren bu düzenlemeye ilişkin görüşlerinizi almak isteriz.

Öncelikle bu değişikliklere neden ihtiyaç duyulduğu konusunu ortaya koymak gerekiyor. 1982 Anayasası, darbe ürünü olmasına rağmen 35 yıldır uygulanıyor. Bu darbe anayasası ile sivilleşmek, vesayet odaklarından kurtulup arınmak ve üst seviyeli bir demokrasiye ulaşmak belli bir noktaya kadar mümkün... Bugüne dek yaşanan her tıkanıklığın önü anayasa değişiklikleriyle açılmaya çalışıldı. Böylelikle bu anayasa, yürürlüğe girdiği tarihten bu yana 19 defa değişikliğe maruz kaldı. Anayasanın zaman içinde gelişen demokrasi anlayışı ve toplumsal ihtiyaçlar karşısında yetersiz kaldığı son derece açıktı. Dolayısıyla bu 19 değişikliği “anayasanın milletin çizgisine gelmesi” olarak değerlendirebiliriz. Vesayete açık fakat millete kapalı bir anayasa ile yol almak zordur. Bu bakımdan bütüncül bir değişiklik yapılana kadar, 16 Nisan değişikliği de dahil, her değişiklik milletimizin gerisinde sayılır.

1982 Anayasası’nın kurguladığı yönetim biçimi de artık Türkiye’nin ihtiyacını karşılayamaz hale gelmiş, hatta bir riske dönüşmüştü. 1990’lı yıllardaki koalisyon dönemlerini düşünelim; hatıralarımızda sadece bir siyasi karmaşa var. Gelinen noktada bazı Avrupa ülkelerinde koalisyonu zorlaştırıcı düzenlemeler yapıldığını, yine bazı ülkelerde de aylarca devam eden koalisyon görüşmeleri boyunca ülkeyi geçici hükümetlerin yönettiğini görüyoruz. Koalisyon düzeni, son anayasal değişiklikle birlikte artık ülkemiz açısından tarihe karışmıştır. Dolayısıyla milletimize yaptığımız en büyük hizmetlerden birinin de bu siyasi kargaşa kaynağı uygulamayı bitirmek olduğunu söyleyebiliriz.

eqfefe

MİLLİ İRADE, HEM YASAMADA HEM DE YÜRÜTMEDE DOĞRUDAN KENDİNİ GÖSTERECEK

İkinci bir önemli husus ise milletimizin artık hükümeti doğrudan seçecek olmasıdır. Son değişikliğe kadar yasama organı milletin oyuyla teşekkül eder ve Cumhurbaşkanının bir TBMM üyesini hükümeti kurmakla görevlendirmesi üzerine yürütme organının oluşum süreci başlardı. Artık aynı anda iki sandık kurularak hem TBMM üyeliği hem de hükümet seçimi doğrudan milletimiz tarafından yapılacak. Bu yöndeki anayasal değişim, bazı çevrelerce manipüle edilerek kamuoyuna “sadece yürütmenin güçlendirilmesi” şeklinde lanse edildi. Oysa hem yasama hem de yürütme güçlenecek. Artık ulusal ve uluslararası konjonktür, istikrarlı bir yönetim için güçlü idareyi şart kılıyor. Diğer yandan başta kanun yapımı olmak üzere Meclisimiz de aslî işine dönecek. Her şeyden önemli ve gerçek demokrasinin bir yansıması olarak, milli irade hem yasama hem de yürütme nezdinde doğrudan kendisini göstermiş olacak.

Yine de mevcut anayasanın nihai olarak bütünüyle değişmesi gerektiği gerçeğini bir kenara not etmek gerekiyor. Daha önce denedik; TBMM’de geniş katılımlı bir mutabakat aradık ama bu girişimlerden bir netice alamadık ve çalışmalar yarım kaldı. Umut ediyorum ki yakın zamanda milletimize yakışır bir anayasa yapmak nasip olacaktır.

Son anayasal değişiklikle birlikte Türkiye’nin yeni yönetim modeli “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olmuştur. Az önce ifade ettiğim gibi milletimiz hükümeti doğrudan seçecek ve böylece koalisyon ihtimali bertaraf olacak. Diğer yandan yeni sistemde, sık sık krize neden olan çift başlı yürütme düzeni de yok. Yakın geçmişe baktığımızda, tarihimizin Cumhurbaşkanı ve Başbakanlar arasında yaşanan siyasi gerilimlere sahne olduğunu görüyoruz. Hangi görüşten olursa olsun, hatta aynı görüşte bile olsalar uyumsuzluklar hep yaşanagelmiştir. Hükümet krizleri milletimizin önüne hem ekonomik hem de güvenlik açısından ağır sorunlar çıkarmıştır. Son 30 yılın hükümet ömrü ortalaması, ne yazık ki 14 ay gibi kısa bir süreye denk düşmektedir. Böyle bir sistemde istikrardan nasıl bahsedilebilir? Hangi yatırımcı hükümete güvenip yatırım yapar? Ekonomik politikaların etkili sonuç alacak şekilde uygulanması için makul süreye ihtiyaç vardır. Eski sistemde bu makul süreyi kim gözetebilirdi ki? Türkiye, idare bakımından artık kesin istikrarlı bir sürece girecektir. Hükümetlerimiz dönemindeki kesintisiz büyümenin, refah artışının, halkımızın gelir seviyesindeki yükselmenin ana nedeni, siyasi istikrar ve yönetim devamlılığı olmuştur.

Ayrıca 1982 Anayasası’nın eski halinde Cumhurbaşkanının seçilmiş hükümeti denetleyici, hatta kilitleyici bir rol üstlendiğini biliyoruz. Bu durum da bir şekilde sistemi yönetilemez hale getirip istikrar ilkesine zarar vermiş, siyasi ve ekonomik krizleri tetiklemiştir. Hiçbir cezai ve hukuki sorumluluğu bulunmamakla birlikte geniş yetkilerle donatılmış bir Cumhurbaşkanı, hükümetler üzerinde tabiri caizse “anayasal vesayet merkezi” olarak işlev görüyordu. Bu iki başlı, zaman zaman yetki karmaşasına da sebep olan sisteme son verilmiştir. Cumhurbaşkanlığı makamı, bir yandan Başbakanlık makamının kaldırılmasıyla birlikte hükümetin başı olup güçlenirken, diğer yandan da makamın hesap verebilirliği ortaya konularak kurumlar arasında demokratik denge sağlamıştır.

defewfewfewffff

MİLLİ EGEMENLİK, ARTIK SADECE TABELALARDA DEĞİL

Ayrıca belirtmek gerekir ki 16 Nisan’da milletimizin onayıyla vücut bulan değişiklikle birlikte milli irade anayasal düzeyde daha da kuvvetlenmiş oldu. Milletin, 1876’dan beri süregeldiği gibi kıyıdan köşeden hâkim olduğu değil, bizzat ve kâmil anlamda egemen olduğu bir düzenleme hayata geçti. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” düsturu, artık sadece tabelalarda yer almayacak; egemenlik, hakikaten millette olacak.

Yeni anayasa değişikliğinin yargı teşkilatına etkilerine ve bilhassa Hakimler ve Savcılar Kurulu açısından öngörülen düzenlemeye dair görüşlerinizi de almak isteriz.

16 Nisan değişikliği, kimilerince iddia edildiğinin aksine, hem kuvvetler ayrılığını hem de bizzat kuvvetlerin kendisini güçlendirmiştir. Tıpkı yasama ve yürütme organları açısından söz konusu olduğu gibi, artık Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyelerinin Meclisimiz ve Cumhurbaşkanı tarafından seçiliyor olmasını da “millet iradesinin yargıya yansıması” olarak değerlendiriyoruz. Yargımız, millet adına karar vermektedir. Millet iradesinin -idari anlamdayargıya yansımış olması, yargımızın milli iradeye dayanan meşruiyetinin ifadesi olmaktadır. Milli iradenin yargının üst yönetimine yansıması yönünde atılan bu adım, yargının demokratik meşruiyetinin yanında hesap verebilirliğini de ortaya koymuştur. Zira gücünü milletten alan kurumlar yine millete hesap vermek durumundadır.

Yargı organının idari kısmında bu şekilde vücut bulan değişiklikten başka, Anayasanın 9’uncu maddesinde hükme bağlanan yargı bağımsızlığı ilkesinin yanına “ve tarafsız...” ibaresini ekleyerek yargının tarafsızlığına dikkat çekip bunu da anayasal bir ilke haline dönüştürdük. Bu da son derece önemli bir gelişmedir. Nitekim yargının bağımsızlığından ve tarafsızlığından maksat adaletin tecelli etmesi, adil yargılamanın sağlanmasıdır. Bunlar hukuk devletinin güvenceleridir.

TÜRK YARGISININ BİRLİK VE BERABERLİK RUHUYLA, MİLLİ BİR TAVIRLA FETÖ İHANETİNE KARŞI DURUŞU TAKDİRE ŞAYANDIR

Öte yandan yeni düzenleme ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) ismini de Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) olarak değiştirdik. Yine Kurulun üç olan daire sayısı ikiye inerken, üyelerin seçilme usulü de değişti. Hâkim ve Cumhuriyet savcılarınca oy kullanma usulüne son verildi. 2010 ve 2014 tarihli HSYK seçimlerinde hâkim ve Cumhuriyet savcıları sandık başına giderken doğal bir ayrışma, bölünme ve kamplaşma ortaya çıktı. Yargı nezdinde görmek istemediğimiz olumsuzluklar yaşandı. Giderek ideolojik temelli bir ayrışma gündeme geldi. Bu hal, bir yönüyle tarafsızlık ilkesinin ihlal nedeni bile sayılabilirdi. Bütün bunların halkın yargıya duyduğu güveni olumsuz etkilediğini düşünüyorum. Yargının birlik içinde, aynı ideal doğrultusunda, bağımsız ve tarafsız olarak görevini yapması bizim için esastır.

Türk yargısının, Fetullahçı terör örgütü tarafından içeriden çökertilmesine ramak kala, birlik ve beraberlik ruhuyla, milli bir tavırla bu ihanete karşı duruşu takdire şayandır. Bu, bizim için önemli ve sürdürülmesi gereken bir duruştur. Kurumların ve mesleklerin krizlerle değil, çözümlerle anılması gerekiyor. Yeni anayasal düzenlemelerle birlikte artık Türk yargısının da çözümlerle anılacağı bir sistemin temelleri atılmıştır.

Sayın Bakanım, son dönemde adalet teşkilatı nezdinde uzlaştırma ve arabuluculuk müesseselerinin etkinleştirilmesi, bilirkişilik müessesesinin kapsamlı bir düzenlemeye tabi tutulması vb. birçok yeni uygulamayla karşılaşıyoruz. Bu uygulamaların niteliği ve hedefine dair görüşlerinizi alabilir miyiz?

Nihai amacımız halka hak ettiği hizmeti götürmek, adaleti tecelli ettirmektir. Elbette bu amaca ulaşmanın olmazsa olmaz şartları var. Bu bakımdan adalet hizmetlerinin hızlı, etkin, az masraflı ve kolay bir şekilde yerine getirilmesi önem taşımaktadır. Bunun için de yargıya intikal eden iş yükünün azaltılması, böylece nitelikli ve isabetli karar oranının yükseltilmesi, uyuşmazlık veya hak taleplerinin adil ve hızlı bir şekilde neticeye bağlanması gerekiyor.

Alternatif çözüm yollarının etkinleştirilmesi ve yaygınlaştırılmasıyla birlikte yargının iş yükünde belli oranda azalma sağlanmıştır. Bizim hedefimiz, vatandaşlarımızın her işi mahkemede çözme alışkanlığı yerine diyaloga dayalı ve daha sivil alanlarda çözümü hedefleyen bir hukuk kültürüne sahip olmaları...

Arabuluculuk, yeni bir hukuk kültürü olarak toplumumuzun bildiği, kabul ettiği bir alternatif çözüm yolu... Geçtiğimiz Ekim ayında İş Mahkemeleri Kanunu’nda yaptığımız değişiklikle bazı iş hukuku uyuşmazlıkları açısından arabuluculuğu zorunlu hale getirdik, yani dava ön şartı yaptık. Bu değişiklik, 1 Ocak 2018 tarihinden itibaren uygulanmaya başlandı. İlk bir aylık uygulama sonucu ortaya çıkan verilerin bu düzenlemeyle hedeflediğimiz noktaya ulaşmak açısından gayet ümit verici olduğunu söyleyebilirim.

Yine uzlaşma uygulamasının etkinleştirilmesi ile son bir yıllık dönemde 200 binden fazla dosyaya konu uyuşmazlıkların uzlaşmayla sona erdiğini gördük. Uzlaşma müessesesini daha etkin ve yaygın hale getirmeye yönelik çalışmalarımız devam etmektedir.

Bilirkişilik müessesesinin denetlenebilir hale gelmesi, uygulamanın kurumsallaşması ve standartlarının netleşmesi amacıyla hazırlanan Bilirkişilik Kanunu da yürürlüğe girdi. Bu konuda farklı tartışmalar olduğunu biliyorum. Ancak tarafların veya paydaşların fedakârlıklarıyla anlaşmazlıkların aşılacağına inanıyorum. Yeni uygulamada hâkimlerimiz, başlangıç itibariyle biraz daha efor sarf etmek zorunda kalacaklar. Ancak sistemin oturmasıyla bir rahatlama olacağını düşünüyorum. Ayrıca genel hükümler bağlamında zaten bir yeri ve anlamı olmayan hukukî bilirkişiliğin tamamen sistem dışına çıkarılmasının da bu kanunda öngörüldüğünü özellikle vurgulamak isterim.

Her meselede olduğu gibi, yargıya dair meselelere de bütüncüllük çerçevesinden bakmak gerekiyor. Birbirini etkileyen bu kadar unsurun birlikte var olduğu bir durumda, bütüncüllük bağlamının kaçırılması sistemde iyileşmekten ziyade geriye gidişe neden olabilir. O yüzden adalet politikalarını bütüncül, tutarlı ve reform merkezli, adaletin tecellisi amacıyla sürdürme kararlılığındayız.

15 Temmuz 2016 tarihinde ülkemiz, devlet kurumları içinde sinsice yuvalanan bir ihanet şebekesinin, Fetullahçı terör örgütünün gerçekleştirdiği ağır bir saldırıya maruz kaldı. Devlet ve milletin el ele vererek püskürttüğü bu hain darbe girişimi esnasında ve bu girişimin ardından FETÖ’yle mücadele noktasında yargının performansına, yani hem yargıdaki iç temizliğe hem de bu örgüte yönelik yürütülen soruşturma ve kovuşturmalara dair değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?

Hain ve kanlı terör örgütü FETÖ, 15 Temmuz 2016 tarihinde bir darbe girişiminde bulundu. Ancak o gece milletimiz, altın harflerle tarihi bir destan daha yazdı. Bu bağlamda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın cesaretli ve dirayetli liderliğinin ülkemiz için büyük bir kazanım olduğunu vurgulamak isterim. Bu hain girişim, Cumhurbaşkanımızın dik duruşu ve milletimizin kendi iradesine canı pahasına sahip çıkması sayesinde püskürtüldü. Yine ordumuz bünyesindeki vatansever ve demokrat askerler ile devletin milli ve yerli unsurları, o gece milli iradenin ve demokratik devletin yanında saf tutarak bu destanın parçası oldular.

YARGI, 15 TEMMUZ’DA “MİLLETİN YARGISI” OLDUĞUNU GÖSTERDİ

15 Temmuz gecesi Türk yargısı, darbeler karşısında kendi tarihine ilk defa yeni, farklı, milli ve demokratik cümleler yazdırdı. Zira 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 17-25 Aralık gibi “darbe”, “muhtıra”, “post modern darbe” ya da “darbe girişimi” olarak adlandırılan antidemokratik müdahaleler esnasında yargı ne yazık ki iyi bir imtihan veremedi; bu vesayet çabalarından bazılarını destekledi, bazılarını meşrulaştırdı, bazılarını da 17-25 Aralık olaylarında olduğu gibi -bir kısmı itibariylebizzat yürüttü. 15 Temmuz’da ise büyük çoğunluğu itibariyle darbeye karşı durmakla kalmayıp görevlerinin de başında durdu yargı mensupları... O gece yargının etkili, hızlı ve cesur tavrının darbe girişiminin püskürtülmesine sunduğu katkı büyüktür. Hem darbe girişimine karşı duran hem de darbe girişimine ve bu girişimi gerçekleştiren terör örgütüne ilişkin yargılamaları büyük bir özveriyle sürdüren, böylelikle “milletin yargısı” olduğunu gösteren hâkimlerimize, Cumhuriyet savcılarımıza ve tüm adli personelimize şükranlarımı sunuyorum. Bu hain örgüt, yargıyı da kendi örgütsel amaçları için kullanmıştır. Vicdanını hukukun ve gerçek adaletin hizmetine değil de bir terör örgütünün hizmetine sunan FETÖ mensupları Cumhurbaşkanımıza, Yüce Meclisimize, seçilmiş meşru hükümetimize, dolayısıyla demokrasiye ve millet iradesine ihanet ettiler. Tarihte eşine az rastlanan bu ihaneti gerçekleştirenler, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı kavramlarını da kendi menfaatleri doğrultusunda kullanarak bu suçları işlediler. Bugün hepsi hukuk önünde hesap veriyor. Hakimler ve Savcılar Kurulu, bu örgüte mensup olan çok sayıda hâkim ve savcı hakkında ihraç kararları aldı. Zira 15 Temmuz’un akabinde, o dönemdeki adıyla HSYK, aldığı ihraç kararlarıyla, FETÖ’yle irtibatlı olan yargı mensuplarına ilişkin hızlı bir arınma süreci başlatmıştı. Elbette bu olgu 15 Temmuz’u müteakip ortaya çıkmadı; öncesi olan bir çalışmanın ilk aşamasının ortaya konulmasıydı. 15 Temmuz’a giden süreçte, hâkim-savcı sıfatı kullanan birçok FETÖ mensubuyla ilgili idari ve yargısal işlemler yapılmıştı. Yine HSYK’nın önemli katkılarından biri de 2014’ten itibaren FETÖ’yle irtibatı olduğu bilinen isimleri kritik yerlerden uzaklaştırmış olmasıdır.

Yargı bünyesinde tespit edilen FETÖ üyelerinin tamamı hakkında işlem yapılmıştır. 15 Temmuz günü 12 bin civarında olan hâkim-savcı sayısının üçte birinin ihraç edildiğine dikkat çekmek isterim. Bu gelişmelere bağlı olarak kadromuzda oluşan boşluk, devlet düzeninin aralıksız devam etme gereği dikkate alınarak süratle dolduruldu; HSK tarafından farklı dönemlerde adaylık süreci devam eden hukukçularımızın mesleğe kabulleri yapıldı. Elbette yeniden dizayn edilen kadromuzda tecrübe eksikliğinden kaynaklı belli aksaklıklar yaşanabileceğini tahmin ediyoruz ama bunların telafi edilebilir olduğunu, sorunların zamanla giderileceğini düşünüyoruz. Bu noktada tecrübeli hâkim ve Cumhuriyet savcılarımızın mesleğe yeni başlayan arkadaşlarımıza destek olmalarını, tecrübelerini onlarla paylaşmalarını önemsiyorum. Bunun gerekliliğini de hassaten vurguluyorum.

15 Temmuz gecesi başladıkları “adalet nöbetine” halen kararlı bir şekilde devam etmektedirler. Bu kadar çok davanın olduğu bir süreci yönetmek zor olmasına rağmen, HSK ve mahkemeler, büyük fedakârlık ve çabayla adli sürecin hızlı işlemesini sağlamıştır. Bu yargılamaların hızlı bir şekilde neticeye bağlanmasını beklerken, verilecek kararların adil olacağına inandığımı da ifade etmek isterim.

Sayın Bakanım, adli teşkilatımızın yapı ve işleyişine dair yeni plan ve programlarınız hakkında bilgi alabilir miyiz?

Bir sistemin işlemesi için birkaç unsurun bir arada bulunması gerekir. Bu gerçek, yargı için de geçerli: İlk olarak iyi yetişmiş meslek mensupları, ikinci olarak iyi fiziki mekân ve teknik imkanlar, üçüncü olarak da ihtiyaçları gideren ve sorunların çözümü noktasında yeterli olan bir mevzuat...

KENDİ HUKUK PARADİGMAMIZI KURMAMIZ GEREKİYOR

Türkiye olarak bizim iyi yetişmiş insan kaynağına, iyi yetişmiş devlet adamlarına ve özellikle de iyi yetişmiş hukukçulara ihtiyacımız var. Hukukçular, ülkelerindeki adaletin elidir, koludur, aklıdır, vicdanıdır. Aklı hür, vicdanı hür insanların mevcudiyeti, her sahada olduğu gibi yargı ve hukuk sahasında da olmazsa olmaz mesabesinde bir önemi haizdir. Millet olarak sahip olduğumuz engin gönlün stratejik bir akıl ve vizyonla taçlandırılması gerekiyor. Bütün bunlar da büyük oranda eğitimle gerçekleşebilmektedir. Üniversite öncesi kazandırılan hukuk bilinci, iyi bir hukuk eğitimi ve sonrasında verimli bir adaylık eğitimi, hâkim ve savcıların sahip olmaları gereken niteliğe doğrudan katkı sağlayacak unsurlardır. Biz de projelerimizi bu gerçekleri dikkate alarak ortaya koyuyoruz. Meslek öncesi ve meslek içi eğitimlerin yargı mensuplarımızın birikimlerini artıracak bir düzeye kavuşması için çaba harcamaktayız. İnsanlığın günümüzde sahip olduğu birikimi kendi köklerimizle mezcetmemiz gerektiğini düşünüyorum. Sahip olduğumuz hukuk birikimini daha ileriye taşıyacak beyinleri önemsediğimi de özellikle belirtmek istiyorum.

Öncelikle bizim kendi hukuk paradigmamızı kurmamız gerekiyor. Bunu da adaletle, hukukla, hak bilinciyle, gayret ve fedakarlıkla, tarihsel ve kültürel birikimimizle ve bu birikimin insanlığın bugün itibariyle sahip olduğu çağdaş birikime entegre edilmesiyle sağlayabiliriz.

Bugüne kadar hizmet politikamızı, vatandaşlarımızın ihtiyaçlarının giderilmesini sağlamak amacıyla yürüttük. Zira milletimizin on yıllarca ihmal edilen hususlardan ötürü muzdarip olduğunu görüyorduk. İş, ulaşım, teknoloji, sağlık, sosyal güvenlik vb. halkın temel ihtiyaçları üzerine yoğunlaşan çalışmalarımız yanında, adalet sahasındaki hizmetlerimizde de temel ve olmazsa olmaz ihtiyaçların karşılanması üzerine yoğunlaştık. Zira inandığımız ve savunduğumuz değerlerin de bir gereği olarak, adalet sisteminin milletimize yakışır bir şekilde baştan aşağı yenilenmesi bizim için büyük önem taşıyordu.

Yakın tarihe bir bakalım: Hükümet konaklarının kendisine ayrılan elverişsiz kısımlarında adalet hizmeti sunmaya çalışan bir teşkilattan bahsediyoruz. Bu sorunu çözmek amacıyla yoğun bir çalışma yapılarak 2002 yılında 354 olan müstakil adliye sayısı 764’e çıkarılmıştır. Halen 40 adliye inşaatı da devam etmektedir. Plan, proje ya da inşaat aşamasındaki çalışmalar tamamlandığında, adalet hizmetleri için uzun yıllar sorun çıkarmayacak bir seviyeye ulaşmış olacağız. Bu, 15 yıl öncesine göre 6,5 kat büyümüş ve yenilenmiş fiziki mekân demek…

ADALET ALANINA İLİŞKİN REFORM İRADEMİZ KARARLILIKLA DEVAM EDİYOR

İşin başında karşımıza çıkan en temel ihtiyaç kalemlerini “fiziki mekân”, “teknolojik imkân” ve “mevzuat” başlıkları altında toplamak mümkündür. Geldiğimiz süreç itibariyle adalet teşkilatının fiziki mekân sorunu büyük oranda çözülmüş, ayrıca daktilo çağı kapatılarak ileri teknolojik imkanlara sahip olunmuştur. En başta temel kanunlar olmak üzere mevzuatımızda da önemli yenilikler gerçekleşmiştir. Özetle tüm bu sahalarda büyük bir atılım süreci yaşanmıştır. Bundan sonra da hem yargının milletimizi memnun edecek şekilde adil, etkin ve hızlı hizmet sunmasını hem de mesleki standartların yükseltilmesini hedef alan bir politikanın bizim için öncelikli olacağını vurgulamak isterim.

Ayrıca derginiz aracılığıyla şu hususları da paylaşmak istiyorum: 2016 yılında Bölge Adliye Mahkemelerini 9 bölgede faaliyete geçirmiştik. Bu yıl mahkeme sayısını 15’e çıkarmayı hedefliyoruz. Çok talep gelen konulardan biriyle ilgili olarak da adımlar atıyoruz; inşallah elektronik tebligat müessesesini yaygınlaştırarak yargı giderlerinden ve zamandan önemli ölçüde tasarruf sağlayacağız. Küçük borç ilişkilerinden kaynaklı husumetlerde vatandaşımızın yolunu icra dairesine düşürmeden, borcun hızlı ve masrafsız tahsilini sağlayacak yeni bir takip usulü üzerinde çalışıyoruz. Bunu yaparken, borçlu ile alacaklı arasındaki hassas dengeyi de gözeteceğiz. Adlî iş süreçlerinin kısaltılması amacıyla adliyeler ile diğer kamu kurumları arasındaki UYAP bilişim entegrasyonunu da yaygınlaştıracağız.

Adalet alanına ilişkin reform irademiz kararlılıkla devam edecek. Yürütülecek çalışmalar dün olduğu gibi bugün de kapsayıcı ve yenilikçi bir anlayışla belirleniyor. Hem Hakimler ve Savcılar Kurulunun hem de Bakanlığımızın öncelikli amacı, yargının birlik ve beraberliğini güçlendirip milletimize kaliteli bir adalet hizmeti sunmaktır. Devletin tüm kurumları gibi bizim de Cumhuriyetimizin 100. yılına dönük hedeflerimiz var. İnşallah bunları zaman içerisinde tüm kamuoyu ile paylaşacağız.

Sayın Bakanım, bu söyleşinin yer alacağı dergimiz Türkiye’de faaliyet gösteren tüm adliyelerimize dağıtılmaktadır. Bu vesileyle hâkim ve Cumhuriyet savcılarımıza yönelik mesajlarınızı almak isteriz.

Öncelikle bütün hâkim ve savcılarımıza, her kademedeki yargı çalışanlarımıza selam ve muhabbetlerimi sunuyorum. İşlerinde kolaylıklar ve muvaffakiyetler diliyorum.

Birkaç hususu özellikle vurgulamak isterim: Tüm yargı mensuplarının hukuk çerçevesinde, vicdanlarıyla hareket etmeleri gerekiyor. Bir insan, işine özen gösterdiğinde kendisine saygısının, ailesine ve çevresine karşı itibarının, devletine ve milletine karşı vazife bilincinin ve nihai olarak benim inancıma göre Allah’a karşı yükümlülüğünün gereğini de yerine getirmiş olur. Titiz çalışmanın araştırmayı, anlamayı ve düzgün ifade etmeyi kapsadığını da unutmamak gerekiyor.

Hz. Ömer adaleti “mülkün temeli”, Ömer Hayyam “kâinatın ruhu” olarak ifade etmiş, Konfüçyüs ise onu semada bir kutup yıldızına benzetmiştir. Binlerce yıldır üzerine sözler söylenen adalet, toplumları ayakta tutan birkaç temelden biridir. Adaletin en doğru ve vicdanlarda makes bulacak şekilde tecellisi için iyi kanunlar kadar iyi uygulayıcılara da ihtiyaç var. Nitekim iyi kanunların kötü uygulayıcıların elinde kötü sonuçlar doğurduğuna hepimiz şahit olduk. Bu nedenle hâkim ve savcılarımızdan, kanunları en doğru şekilde yorumlayarak adaletin en güzel şekilde tesisini sağlayacak kararlar almalarını bekliyorum.

FETÖ eliyle aşınan yargıya güveni hep beraber yükseltecek ve yargıyı milletimizin göz bebeği haline getireceğiz. İsabetli, hızlı, tatmin edici, etkin ve vicdanlarda karşılık bulan her karar adaleti güçlendirecek, güven ve itibara katkı sağlayacaktır.

Derginiz aracılığıyla hâkim ve savcılarımıza görevlerini büyük fedakârlıklarla en iyi şekilde ifa ettikleri için teşekkür ediyor, tekrar selam ve muhabbetlerimi sunuyorum.

"Türk yargısının FETÖ ihanetine karşı duruşu takdire şayan" ile ilgili etiketler FETÖ
GÜNÜN VİDEOSU

Devlet Bahçeli, Ferdi Tayfur şarkısı ile kime ne mesaj verdi? Dikkat çeken kulis bilgisi...

MHP lideri Devlet Bahçeli, dün akşam saatlerinde sosyal medya hesabından dikkat çeken bir paylaşım yapmıştı. Bahçeli, Ferdi Tayfur'un 'Sensin' parçası ile yürüyüş yaptığı anları paylaştı. Bahçeli'nin o paylaşımıyla kime ne mesaj verdiği merak edilirken CNN TÜRK Ankara Temsilcisi Dicle Canova dikkat çeken kulis bilgileri paylaştı.