Türk tarihinin en mutlu olayının hatırası!!!

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

10 Şubat 1918 tarihi Sultan II. Abdülhamid’in ölüm yıl dönümü idi.

Geçti.

Sultan’ın ölümü önceki yıllarda çeşitli kesim ve kurumlarca hatırlanmakta ve kendisi rahmet ve minnetle anılmaktaydı.

Ancak Sultan’ın bu yılki vefat yıl dönümü ölümünün yüzüncü yılı olmak gibi bir özellik taşımaktaydı.

Dolayısıyla bu yılki yâdı da farklı oldu.

Devleti ve milleti temsilen bizzat Sayın Cumhurbaşkanının katılımları ile Yıldız Sarayı’nda bir anma toplantısı düzenlendi.

Sultan anıldı, hayırla yâd edildi, rahmet dilendi… İyi de oldu.

Sayın Cumhurbaşkanı anma toplantısındaki konuşmasında Sultan Abdülhamid’in kendi yaptırdığı sarayda, Yıldız Sarayı’nda onun hal (halifelikten düşürme ve dolayısıyla tahttan indirme) fermanının imzalandığını ifade etti ve hal fermanın imzalandığı o kalemin artık kendisinde olduğunu ifade etti.

Malum, Sultan Abdülhamid’in tahtta kalmasına daha fazla tahammül edemeyen İttihatçılar nihayet onun alaşağı edilmesini sağlayacak bir fetva hazırlatmışlar ve Şeyhülislam Mehmed Ziyaeddin Efendiye de bu fetvayı imzalatmışlardı.
Ve yine malum, Cumhuriyet tarihimizde yakın bir zamana kadar devam eden ve nereden icap ettiği ve ne diye icat edildiği belli olmayan bir gelenek oluşmuştu; idam kararlarından sonra kalem kırma… İdam karının imzalandığı kalemin idam hükmünü veren hâkim tarafından hemen oracıkta kırılması âdeti...

Artık bu gelenek idamın kaldırılması ile birlikte tarih olmuş ve hatta idam cezalarının verildiği günleri yaşayanlar tarafından bile neredeyse unutulmuş durumdadır.

Sultan Abdülhamid’i tahttan indiren garabet fetvayı bugün arşivde ve konu ile ilgili yayınlanmış kitapların sayfaları arasında, eski ve yeni harfli yazılmış olarak bulup okumak mümkündür. Fakat onu tahtından ve tacından eden hal fetvasının imzalandığı kalem acaba ne olmuştu? Cumhuriyet döneminde olduğu gibi yoksa kararı veren ve fetvayı yazan şeyhülislam tarafından kırılmış ve çöpe mi atılmıştı!

Hayır; öyle bir gelenek yoktu henüz o tarihlerde. Peki, kaleme ne oldu, kimde kaldı o takdirde!

Her ne kadar İttihat ve Terakki Cemiyeti denince aklımıza Birinci Dünya Savaşı’ndaki rollerinden ötürü daha ziyade Enver, Talat ve Cemal Paşalar gelse de, Ahmet Rıza Bey de bu cemiyetin önde gelen kurucularından biriydi.

Sultan Abdülhamid’in saltanatı yıllarında Paris’te yaşamış, Abdülhamid idaresi aleyhinde neşriyat yapmak üzere Paris ve Mısır’da Meşveret ve Şura-yı Ümmet gazetelerini çıkarmıştı. Zira o da diğer önde gelen İttihatçılar gibi Abdülhamid ve idaresinin en fanatik muhaliflerindendi. Materyalist düşünceye sahip olmak gibi bir şöhrete de sahipti. Auguste Comte’a intisap etmiş ve pozitivizme gönül vermişti…

Ahmet Rıza Beyin İstanbul’a dönüşü ancak II. Meşrutiyet ilan edilmesi üzerine mümkün olabilmişti. Dönüşünde oldukça mutantan bir şekilde, “hürriyetçilerin babası” nitelemesiyle ve törenlerle karşılanmıştı.

Ve nihayet Ahmet Rıza Bey adeta ayağının tozuyla, 1908’de İkinci Meşrutiyetin ilanı ve Meclis’in açılması üzerine, Meclis Başkanlığına seçilmişti. Daha sonraki günlerde ise Ayan (Senatör) Meclisi Üyesi ve Ayan Meclisi Başkanı da olmuştu.

Ahmet Rıza 31 Mart diye bilinen olaylar sonrasında Sultan Abdülhamid’in akıbeti ve Sultan Reşad’ın istikbalini belirlemede oldukça etkili olmuştu. Hatta Mehmed Reşad’ın bahtını taht yapan bir anlamda o olmuş, onun tahta geçişini Ahmed Rıza Bey duyurmuştu.

Sultan Reşad, maruz kaldığı 33 yıllık murakabe hayatından kendisini kurtarıp tahta çıkaran, bahtını değiştirerek onu koca imparatorluğa Sultan yapan bu isme karşı tabii olarak minnet duymaktaydı. Memnuniyetini izhar etmek ve dolayısıyla Ahmed Rıza Beyi bir vesile hoşnut etmeyi istemekteydi.

Ahmed Rıza Beyi bir gün bu maksatla huzuruna davet etmiş ve daha evvelce hazırlatmış olduğu birkaç güzel mücevheri önüne koyarak içinden birisini seçmesini istemişti.

Ancak Ahmed Rıza Bey Sultan Reşad’ın bu teklifini reddetmiş, ondan, Şeyhülislam Mehmed Ziyaeddin Efendinin Sultan Abdülhamid'in hal fetvasını imzaladığı kalemi istemişti.

Ahmet Rıza Beyin bu seçimi Sultan Reşad’ı tabii olarak üzmüştü. Zira onun bu tavrı karşısında Sultan Reşad’ın; "Kardeşimden bu kadar nefret edildiği için üzgünüm" dediği kayıtlıdır.

Ahmed Rıza Beyin de onun bu yöndeki sözü üzerine: "Sultanım, unutuyorsunuz galiba, kardeşinizin tahtan indirilmesi kararını imzalayan kalem sizin de tahta çıkma kararınızı imzalayan kalemdir. O kalem Türk tarihinin en mutlu olayının hatırasıdır" demişti.

İşte sözünü ettiğimiz bu kalem şimdilerde Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın muhafazasında.

Bir asra yakın Ahmet Rıza Beyin muhafazasında kalan ve şimdilerde ise Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın tasarrufunda bulunan kalem ayını kalem. Kırılmadan, bozulmadan ve kaybolmadan bugüne kadar intikal ettirilebilmiş.

Kim bilir belki bir gün Sultan Abdülhamid Müzesi kurulur ve bu kalem de orada ona ve dönemine ait bir hatıra olarak yerini alır…

Kalem aynı kalem de, kaleme sahip olanların ve onu taşıyanların ona bakışları ve ona bakınca yüreklerinin derinliklerinde hissettikleri şeyler de aynı şeyler mi acaba…

Bence bu husus, şüphesiz ki o kalemden ve ona sahip olmaktan çok daha önemli…

Prof. Dr. Metin HÜLAGÜ

27 Şubat 2018

Diğer Yazıları