Şeytanın bayramı

Erdem Uygan

Erdem Uygan

Anlamak bir zihin faaliyetidir. Zihnimizin bu faaliyeti gerçekleştirmesi için, yani bir şeyi anlamamız için bir takım eylemlerde bulunmamız gerekir. Bunlar duyu organlarımızı kullanarak ortaya koyduğumuz eylemlerdir. Mesela dinlemek bunlardan biridir. Kulaklarımızın baş rolde olduğu bu eylemde asıl amaç dinlenen şeyin zihin tarafından anlaşılmasını sağlamaktır. Bu sebeple haberleri dinlediğini söyleyen kişi aslında dinlediği şeyi anladığını söylemektedir. Hiç kimse bu kişinin dinlediği haberi anlamadığını düşünmez. Aksine haber dinleyen kişi anlamadığı yeri kendi belirtecektir. “Haberi dinledim ama şu kısmını anlamadım” ifadesi, dinlemenin tek gayesinin anlamak olduğunu en güzel şekilde ortaya koymaktadır.

Anlamak için kullandığımız bir diğer eylem de okumaktır. Burada da gözler baş rolde yer alırlar. Fakat amaç aynıdır; okunan metni anlamak. Öyle ki amacı anlamak olmayan bir okumaktan söz edilmesi abestir. Bir şey okunduysa zaten anlaşılmış demektir. Bir kişi bir metni okuduğunu söylediğinde aslında söylediği şey, o metni anladığıdır. Burada “okumak”tan bahsetmesi anlamak için kullandığı eylemi belirtmek içindir. Bundan dolayı metni okuduğunu söyleyen kişiye anladın mı? sorusunun yöneltilmesi hoş değildir; hatta hakaret olarak da algılanır. Çünkü “okudum” diyen kişinin “anladım” dediği kabul edilir. Hatta bir kişi okuduğu metinde anlamadığı yeri bizzat kendi dile getirir. “Şu yazıyı okudum ama şu kısmını anlamadım” veya “Hiçbir şey anlamadım” der. Cümleyi bu şekilde kuruyor olması da okudum demekle anladım demek istediğini kanıtlar. “Okudum ama anlamadım” ifadesinin kullanılıyor olması, okumanın anlamak dışında bir şey için yapılamayacağının en güzel göstergesidir.

Bu genel kurallar tüm diller için geçerlidir. Yani okumak, dinlemek gibi eylemler, bütün dillerde anlamayı hedefleyen eylemlerdir. Doğal olarak bu fiiller Allah’ın kitabında da anlamayı belirtmek için kullanılmaktadırlar:

Şimdi bunların size inanıp güvenmelerini mi bekliyorsunuz? İçlerinden birtakımı, Allah’ın sözünü dinler, akıllarına da yatar, sonra onu başka tarafa çekerler. Bunu, bile bile yaparlar. (Bakara 2/75)

Ayette dinlemenin akla hitap ettiği son derece açıktır. Bir şeyi dinleyen kişi, dinlediği konuda pek tabiî olarak aklî melekelerini çalıştırmıştır. Yine son derece anlaşılır bir biçimde Kur’an’da anlamayı içermeyen bir okuma fiili kullanılmamaktadır. Zaten hiçbir dilde böyle bir fiil yoktur. Kur’an’da kullanılan ve meallerde dilimize okumak olarak çevrilen fiillerden hiçbiri için anlamayı değil sadece seslendirmeyi kast ettiğini söylemek mümkün değildir.

Mesela Kur’an’da pek çok formda geçen “kıraat” dilimize okumak olarak çevrilen bir fiildir. Bu fiil Kur’an’da hiçbir yerde anlamadan okumak, seslendirmek gibi bir anlamda kullanılmamıştır. Bir örnek vermek gerekirse;

Ona şöyle denir: “Defterini oku (kıraat et); bugün kendi hesabını kendine vermen yeterlidir”. (İsra 17/14)

Ayete göre, amel defterini okuyacak yani kıraat edecek olan kişi, onda yazanları anlamak için bu eylemi yapacaktır ki orada yazanlara göre hak ettiği karşılığı görüp kavrayabilsin.

Arapça’dan dilimize okumak olarak çevrilen bir başka fiil de “tilavet”tir. Bu fiil de kullanıldığı hiçbir yerde anlamadan okumayı ifade etmemektedir. Çünkü bir metin üzerinde yapılan ve amacı anlamak olmayan hiçbir çalışma okuma olarak adlandırılamaz:

(Yahudiler dediler ki) Tevrat indirilmeden İsrail’in (Yakub’un), kendine haram ettikleri dışında bütün yiyecekler İsrailoğullarına helaldir. De ki “İddianızda haklı iseniz Tevrat’ı getirin de tilavet edin bakalım.” (Al-i İmran 3/93)

Eğer tilavet etme fiiliyle okunan şeyin anlaşılması değil de güzel sesle seslendirilmesi kast ediliyor olsaydı yukarıdaki ayette Allah Yahudilerden iddialarını ispatlamaları için şöyle içli ve tecvitli bir Tevrat tilaveti yapmalarını istiyor olurdu. Böyle bir eylemle bir iddia nasıl ispatlanabilir?

Tilavet kavramının kullanımı bu kadar açıkça ortada iken bu kelimeye Kur’an’ın güzel sesli kişilerce makamlı bir şekilde seslendirilmesi anlamını yüklemiş olmak ne büyük bir gizleme ve örtme girişimidir!

Kur’an’ın anlaşılmasının ve yaşanmasının değil de yüksek sesle ve makamla seslendirilmesinin ve buna da tilavet denmesinin delili olarak gösterilen bir ayet şöyledir:

Kendilerine verdiğimiz Kitabı usulüne uygun olarak tilavet edenler bu Kitaba inanırlar. Kaybedenler, onu görmezlikten gelenlerdir. (Bakara 2/121)

Ancak dikkat edilecek olursa ayetin devamı “Onu görmezden gelenler”den bahsetmektedir. Bir kitabın anlaşılmadan, bilinmeyen bir dilde şarkı söyler gibi bağıra çağıra, acayip bir makamla okunması onu “Tilavet etmek” olsaydı bunu yapmayanların onu görmezden geldiklerinden bahsedilebilir miydi? Diğer bir deyişle, Kur’an’ı arabesk bir makamla ballandıra ballandıra okumayanlar onu görmezden gelmiş mi oluyorlar?

Ayrıca bu ayet kendinden önceki ayetle birlikte okunursa muhatabın Kur’an’dan önceki kitapları tilavet edenler olduğu görülecektir:

Dinlerine uyana kadar Yahudisi de Hristiyanı da senden asla hoşlanmaz. De ki: “Doğru yol Allah’ın gösterdiği yoldur.” Sana bu bilgi geldikten sonra tutar da onların isteklerine uyarsan, Allah’ın ne veliliğini (dostluğunu) ne de yardımını görürsün. (Bakara 2/120)

Kendilerine verdiğimiz Kitabı usulüne uygun olarak tilavet edenler bu Kitaba inanırlar. Kaybedenler, onu görmezlikten gelenlerdir. (Bakara 2/121)

Açıkça görülmektedir ki ayette kendi kitaplarını doğru şekilde okuyanlar (tilavet) Kur’an’ın da Allah’ın kitabı olduğunu kesin bir biçimde göreceklerdir. Çünkü Kur’an kendinden önceki kitapları tasdik eden bir kitaptır. Kitaplar arası bu tasdik ilişkisinin görülebilmesi için önceki kitapların da dikkatlice okunması (tilavet) gerekmektedir. Böyle bir okumanın anlamayı içermemesi nasıl mümkün olabilir?

Şimdi zihnimizde şöyle bir sahne kurgulayalım: Bir Fransız’a Türkçe bir mektup yazdığımızı düşünelim. Bu kişinin mektubumuzu aldığında içindekini anlamadığı için bilen birine tercüme ettirmesini bekleriz. Bunu yapmadığı takdirde yapacağı hiçbir eylemi okumak olarak adlandırmayız. Ancak öyle yapmadığını ve mektubumuzu çok güzel bir ses ve makamla seslendirdiğini hayal edelim. Bu kişinin yaptığı bizimle alay edip dalga geçmekten başka nedir?

Oysa gerçekte biz de elimize geçen ve bilmediğimiz bir dilde yazılmış bir metin için “ben bunu okuyamam” ifadesini kullanırız. Fakat bu durum ne yazık ve gariptir ki sadece Allah’ın kitabı için geçerli değildir. Sadece Allah’ın kitabı için “okuma” fiili, anlamayı içermez olmuştur.

Allah’ın gönderdiği kitabı anlayıp hayata geçirmek dururken seslendirmeyi tilavet saymak, Allah’ın ayetleriyle alay etmek anlamına gelir. Bunu bir de milyonların gözü önünde beğeni toplamak için yapmak herhalde şeytana bayram ettirir.

Diğer Yazıları