“Sezen’in elde silah, çıplak ayak Onno’yu kovaladığını bilirim...”

'Aşık olduğunda 1.60’lık ufacık tefecik Sezen 1.80’lik deve dönüşür'

Egemen Bostancı’nın sahibi olduğu Etiler’deki efsane 54’ün içindeki Ece Bar ile başladı işletmecilik serüveni… Dönemin kalburüstü gazeteci ve siyasetçilerinin uğrak yeriydi mekan. Ardından 1.5 yıl Arnavutköy’de üç katlı yeni adresinin patroniçesi oldu. Ancak “Ben kendi bildiğim yerden alışveriş yaparım” inadı, ona mal satamayan semt esnafının kuyusunu kazıp mekanına kilit vurmasına nihayet buldu. Anlayacağınız mahalleli teneffüs etmesine imkan tanımadığı için Arnavutköy Ece’nin ömrü çok kısa sürdü. Ama hemen sonrasında adeta “Kötü komşu insanı ev sahibi yapar” sözünü doğrular misali Kuruçeşme’deki “Aynalı Meyhane” girdi hayatımıza. Orada da terslikler peşini bırakmadı. Ama Ece bu; hiç pes eder mi!

Dönemin Beşiktaş Belediye Başkanı Ayfer Atay; “Halk bölgemde meyhane istemiyor” bahanesiyle ruhsat vermeye yanaşmayınca, başkana “O zaman araştırma yapın. Görün bakalım İstanbul’da metrekare başına en çok meyhane düşen ilçe hangisi?” diye direnerek dükkanını kurtardı. Kısa sürede şehrin entelijansiyanın uğrak yerlerinden biri haline geldi ‘Aynalı’. Sanatçılar, siyasetçiler, ünlüler her gece akın akın Ece’nin mekanında toplanır olmuştu. Etiler, Arnavutköy, Kuruçeşme’nin ardından “Ben yemek değil, sanat yapıyorum. Burası da benim sahnem, tabaklar da tuvalim” diyen Ece, son birkaç yıldır Asmalımescit’teki yeni yerine konuşlanmış durumda. Cuma öğleden sonra kurduğu mükellef sofrasında bir yandan elinden çıkan müthiş lezzetlerin tattık, bir yandan da Türkiye’nin en ünlü isimleriyle birlikte yakın tarihin ‘arka odası’na tanıklık ettik.

091220162257354950135_3.jpg

Babası 1913 Balkan Savaşı sırasında İzmir’e göçenlerden. Annesiyse İzmir’in Girit mahallesinde doğmuş... Orada tanışıp evlenmişler. Ama o “Ben bir Boşnak kızıyım” diyor ısrarla. Anneannesinin de, annesinin de ömrü mutfakta geçmiş. Malum savaş yılları, aile de kalabalık; evin bütün kadınları haneye, konu komşuya yemek yetiştirme derdinde. “Belki de bu yüzden insanları ilk gördüğümde onları aç zannediyorum. Acaba o kıtlık yıllarında aç mı kaldım diye de düşünmeden edemiyorum. Fakat bu mümkün değil. Çünkü biz Boşnak ailesiyiz. Bir çuval un ve bir teneke yağla bin çeşit börek yapıp donatırız sofrayı.”

Velhasıl böylesine zorlu bir ortamda geçmiş çocukluk yılları. İlk Ece’yi açınca aylarca müşterilerinden hesap alamamış. “Kendimi evimde hissederdim. Gelenleri de müşteri gibi değil, misafirim olarak görürdüm. İş hesap almaya geldiğinde utanıp, bir köşeye kaçardım. Hele de yenip içilenleri adisyona yazmak büyük ayıptı benim için. O yüzden de adisyon falan tutmaz, giderken insanlara yiyip içtiklerini sorarak hesap çıkarırdı garsonlar.”

Hüzünlü, neşeli ancak unutulmayacak sayısız gecenin, olayın ve insanın birinci elden şahididir Ece Aksoy. Aşklar, ayrılıklar, kavgalar, ortaklıklar velhasıl bir devrin seyh-ül seferini en içeriden yaşamış ve tüm bunları da pek kimselere anlatmayı sevmeyen, soranı “Merak etmem”, “Bilmem”, “Hatırlamıyorum” diye geçiştiren ketum ve şahane bir gönül emekçisidir. Hele de onun sektöre girdiği yıllarda bir kadın olarak mekan işletmenin ne kadar zor olacağını tahayyül etmek bile güç. Hani derler ya erkek gibi kadın, acaba bizim Ece de öyle biri miydi?

“Niye erkek gibi kadın olayım ki, kadın gibi kadınım. Feminist falan da hiç değilim. Bunca yıl, açtığım yerleri cinsiyetsiz işlettim ben. 80’lerde neler çektik polisten. Ruhsatımız saat 02.00’a kadardı. 02.01’de içeride 3-5 kişiyi görseler mekanı gözümüzün yaşına bakmadan, şak diye mühürlerlerdi. Ama biliyorum sen soracaksın, rahatlıkla söyleyebilirim en sıkıntısız AK Parti döneminde çalıştım. Hiçbir baskı görmedik.”

Aşık olduğunda 1.60’lık ufacık tefecik Sezen 1.80’lik deve dönüşür

Kimler geldi, kimler geçti bilmiyorum ama Ece deyince benim aklına gelen ilk isim Sezen Aksu. Onun için “1.60’lık ufacık tefecik kadın, gel gör ki aşka düşünce 1.80’lik deve dönüşür” derler. Ben böyle söyleyince başladı Ece kendi ‘Sezen’ini anlatmaya. “Ne onun gibi bir ozan, ne öyle bir insan, ne besteci ne de ses geldi. Öylesine söylüyor ki şarkılarını, insanın derisindeki her bir gözenekten ruhuna sirayet ediyor sesi, nefesi. Bence en büyük aşkını Onno ile yaşadı. Tanımayanlar Onno, Sezen’i kıskanıyor zannederdi ama aslında Sezen Onno’yu kıskanırdı. Bir gün çıplak ayak, elinde Smith& Wesson’la kovalamışlığı bile vardır. En az 25 gözlüğünü kırdığına da şahidim mekanda, başka kadınlara bakmasın diye.

091220162258364954325_3.jpgGülümse ve Kavaklar’ı ben istediğim için şarkı yaptılar

“Metin Altıok’un Kavakları ile, Kemal Burkay’ın Gülümse şiirini çok severim. Hümeyra dahil bir sürü isme ‘bu iki şiiri şarkı yapsanıza’ diye yalvardım ama dinletemedim. Bir gece Sezen’e gösterince o iki şiir de şarkı oldu. İyi ki de ısrar etmişim ama değil mi?” Yaşar Kemal’in de sık sık mekanına geldiğini duyardık Ece’nin. “Gelmez mi? Gelirdi tabi. Hatta bir gece Atıl Ant, Can Yücel ve Yaşar Kemal aynı masadalardı.”

Yaşar Kemal ile Atıl Ant, sahnede pehlivanlar gibi güreşmeye başladı

Can Baba orkestranın çaldığı müziği beğenmeyince “Göt gibi caz yapıyorsunuz” diyerek o meşhur ‘höyt’ narasını atıp sahneye fırladı. Dururlar mı; Atıl ile Yaşar da peşinden... Müziği susturdular, sahnede yere yatıp başladılar beden dilleriyle caz yapmaya. Herkes nutku tutulmuş, ağzı açık şekilde seyrediyor olan biteni. Düşünsene İzzet; ufacık pistte üç dev adam, mekanda çıt çıkmıyor. Bunlar yerde, tuhaf tuhaf hareketlerle vücutlarını bir enstrüman gibi kullanıp kendilerince ritim tutuyor. Muazzam bir sahneydi.

Sonra ne olduysa oldu anlamadım, birden Yaşar Kemal ile Atıl Ant güreşmeye başladılar. Can Baba kahkahalar atıyor, sahnede iki ağır siklet, Kırkpınar pehlivanlarına taş çıkarırcasına peşrev çekiyorlardı birbirlerine.” Ah be Ece dedim, keşke o yıllarda cep telefonu olsaydı da birileri bu yaşananları kaydedebilseydi.

Onat, Ersin, Sezen ve ben Tutsak’ı barda birlikte yazdık

Ne Ece’de Sezen’li hikayeler biter, ne o şahane yılların damaklardaki hüzzam öyküsü. “Sezen yeni yaptığı şarkıları ilk bende okurdu. Onunla Şan Tiyatrosu’nun fuayesindeki barı işlettiğim dönemde arkadaş oldum. Aramızda kalsın ama ilk içkisini de benim elimden içmiştir. Öylesine aşinaydı ki benim dükkana, evinin salonu sayardı. Birlikte yer, birlikte içer, birlikte güler, birlikte ağlardık. Sahanda köfte ve ‘kar yağdı salatası’ masasının vazgeçilmeziydi. Bir gece Ece’nin barında rahmetli Onat Kutlar, Ersin Salman, ben ve Sezen kafa kafaya verip, imece usulü Tutsak’ı yazdık. “Dokun bana, dokun n’olur hasretinden öldüm” cümlesi bana; “Kopar zincilerini yeniden gel” ise Sezen’e aittir.” Desene tam da şairin dediği gibiymiş o yıllar, yarin yanağından gayri her şey ortakmış.

En ön masaya kurulan üç kadın, Mazlum Göknel’i yanlarına çağırmaz mı!

O yıllarda İstanbul’da kadınların, kadın kadına gidebildiği ender mekanlardan biriydi Ece Bar. “Haklısın öyleydi. Zaten kadınlar o yıllarda yeni yeni yalnız başına gece dışarı çıkmaya başlamıştı. Bak sana komik bir hikaye anlatayım. Bir gece üç hanım gelip sahnenin dibine kuruldular. Barda da Ali Özgentürk ile bizim dünya yakışıklısı Mazlum Göknel var. Saatler ilerleyince kadınlar bizim şefi masalarına çağırıp Mazlum’u işaret ederek, ‘Bu adamla tanışmak istiyoruz, masaya gönderir misin?’ demesinler mi? Hayatımda ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyorum, şok olmuştum. O arada da şefe çantalarını açıp, içindeki tomarla parayı göstermişler. Bizimkiler ne yapacağız diye düşünürken ben ‘Hadi Ali, hanımlar seni çağırıyor’ deyip onu gönderdim masalarına. Kadınlar şok tabii, bir Mazlum’u düşün, bir de Ali’yi. Anlayacağın böyleleri de var. Zaten işletmecilik hayatım boyunca erkeklerden hiç korkmadım, hep kadınlardan çekindim.”

091220162316524950875_3.jpg

Uğur Mumcu ısrarlarıma dayanamadı ve ilk konyağını bende içti

Söz eski tüfeklerden açılır da, laf gazeteciliğin efsane duayeni Uğur Mumcu’ya gelmez mi? “Ankara’dan, İstanbul’a her gelişinde mutlaka uğrardı ama ağzına içki koymazdı. Bir gece‘Keşke Ankara’da da böyle bir yer açsan’ deyince, ‘Olur olur, sizin gibilere böyle bir yer açayım da aç kalayım değil mi! Gelip muhallebi mi yiyeceksiniz?’ diye takıldım. Bunun üzerine de ısrar edip, ‘Hiç olmazsa bari bu gecelik bir kadeh bir şey iç’ dedim. Hatrımı kırmayıp bir bardak konyak içti. Onun dışında da bana geldiğinde içtiğine hiç tanık olmadım. Ama sağolsun oğlu Özgür, rahmetli babasının açığını kapatıyor. Acayip severim, çok iyi çocuktur. Peki Ece, bunca yılda ne biriktirdin diye soracak oldum. Derin bir of çekip “Hiçbir şey İzzet” dedi. “Çalışmayı bırakırsam inan, bir ay bile yaşayacak param yok…”

Peki bu hikayeden uzun uzun yazamadıklarım neler?

* Bir dönem ağzına et koyamayan Onno’nun canı pirzola çekince Ece, mutfağa girip, bol kekikli patates kızartması hazırlamış. O gün bugündür o patates kızartması Ece’nin menüsünden hiç çıkmadı. Olur da yolunuz düşerse, benden size tavsiye Onno Patatesi’ni tatmadan dönmeyin.

* Ece’nin çocukluk yıllarında memleket 250 gram kıymaya hasret. Peki Ece’nin annesi meseleye nasıl mı çözüm buluyor? Protein kaynağı olduğunu bildiği işkembeyi katıyor bütün yemeklerine. Bir gün çorba, bir gün ızgara, ertesi gün kavurma; anlayacağınız kahvaltı haricinde mutlaka servis ediliyor işkembe sofraya. Masanın demirbaşı işkembe. Bu rahle-i tedristen geçen Ece, mekanlarında işkembeli bir sürü meze hazırlayıp sunuyor misafirlerine. O yokluk yıllarının hatırası işkembeye müptela bir sürü müdavim çıkıyor. Hatta bir gece Yıldırım Türker ile Uğur Yücel’e annesinin yaptığı kızarmış pide üzerinde sarımsaklı yoğurtlu işkembeyi takdim ediyor bizimki. Fakat bu mezenin henüz bir ismi yok. Yıldırım’la Uğur her geldiklerinde “O şeyden yok mu?” diyerek ısrarla sipariş verince, Ece’nin annesinden miras o tat, menüye ‘O şey’ ismiyle geçiyor.

* Gelelim Ece’nin bir cümleyle geçiştirdiği; Sezen’in Onno’yu silahla kovalaması hikayesine. Onu da eski kulağı kesiklerden bir gazeteci dostuma sordum. Şöyle anlattı: “Bir gün Sezen’le Onno 12 saat boyunca non-stop kavga etmişler. Sezen’in gözleri şişmiş ağlamaktan. Ulus sırtlarındaki evleri de karşılıklıymış. İşte o olaylı gece Onno, Sezen’in kapısına dayanıp tekmelemeye başlamış. Sezen’de asfalyalar atınca Smith&Wesson marka silahı kapıp “Ne diyorsun Onno?” diyerek kapıyı açmış. Silahı gören Onno korkudan zig zaglar çizerek, tabanları Züğürt Ağa’daki Şener Şen misali poposuna vura vura kaçmaya başlamış. Minik Serçe de, Onno’nun o haline bakarak gülmekten yerlere yatmış. Tesadüf bu ya, o gece bölgede beş ev soyulmuş, polisler hırsız peşinde. Onno’yu koşarken görünce de olsa olsa hırsız budur diyerek karga tulumba karakola götürmüşler. Derdini anlatana kadar da sabah olmuş.

“Sezen’in elde silah, çıplak ayak Onno’yu kovaladığını bilirim...” ile ilgili etiketler Haber
GÜNÜN VİDEOSU

Jandarma üniformasıyla esnafa GBT kontrolü yaparken yakalandı! Kadının asıl mesleği şaşırttı...

Zonguldak'ın Ereğli ilçesinde jandarma üniforması giyerek esnaf ve müşterilere Genel Bilgi Toplama (GBT) kontrolü yaptığını söyleyen kadın, ihbar üzerine olay yerine gelen polis ekiplerine yakalandı. Gözaltına alınan kadının sözleşmeli öğretmenlik yaptığı öğrenildi.