Her söylenen cevap gerekir mi?

Prof. Dr. B. Zakir Avşar

Prof. Dr. B. Zakir Avşar

1999 yılı genel seçimleri sonrası beş parti Parlamento’ya girmiş, hükümet seçenekleri en az üç partinin bir araya gelmesiyle mümkün ve MHP tüm seçenekler için kilit parti iken DSP Genel Başkanı merhum Bülent Ecevit’in eşi ve o zaman partisinin genel başkan yardımcısı hanımefendi bir gazeteye MHP ve ülkücü hareketi tahkir eden çok yakışıksız ve hilafı hakikat açıklamalarda bulunmuştu.

Hükümet görüşmelerini sürdüğü bir anda bu açıklamalar gerçekten hiç de aklı başında bir insanın yapacağı türden görünmüyordu.

Ben de o günlerde MHP Genel Başkanı Sayın devlet Bahçeli’nin danışmanları arasında idim ve açıklamaların üzüntüsüyle bir kısa metin hazırlayarak, uygun gördükleri takdirde kamuoyunun hissiyatına tercüman olması için uygun görecekleri seviyede bir yetkilinin açıklama yapabileceği önerisini getirdim.

Hiç unutmam. Devlet Bey’de yapılan bu seviyesiz açıklamadan ötürü çok üzgün ve kızgın olmalarına rağmen, “Bu açıklama ile hanımefendi en başta eşleri Sayın Başbakanın etkisini azalttı, ikinci olarak da partisini küçülttü; şimdi bizim bunlara vereceğimiz herhangi bir cevap hareketimizin bu günlere gelmesine canlarını ortaya koyarak katkı veren şehitlerimizi, gazilerimizi ve dava arkadaşlarımızı rencide eder. Bu neviden küçülmelere cevap vererek küçülemeyiz.” demişti.

O kadar haklı çıktı ki, bu hezeyanın ağırlığı Rahmetli Ecevit’i hep ezdi. Defalarca özür dilemek durumunda kaldı. Ben de, hayatımın önemli siyaset derslerinden birini aldım. Kim söylerse söylesin, her saçmalığa cevap vermek gerekmediğini öğrendim. Siyasetçilere ve devlet adamlarına yakın duranların hangi sıfatı taşırlarsa taşısın o siyasetçiyi zora sokacak sözlerinin bumerang etkisi yaptığını gördüm.

Önceki gün Cumhurbaşkanı Başdanışmanı bir zat, Yenikapı Mitingi ’ne katılacağını açıklayan Sayın Devlet Bahçeli ile ilgili alay edercesine bir cümle kurmuş.

Uzun yıllar siyaset yapmış olmasına, Parlamento’da bulunmasına rağmen siyaset ve devlet hayatına dair inceliklerden eser olmayan bu açıklamalarına MHP tabanı, Ülkücü hareket haklı olarak büyük bir refleks gösterdi.

Sosyal medya üzerinden takip ettiğim kadarıyla Sayın Başdanışman’ın görevi ile ilgili olmayan bir konuda üstelik yaşadığımız günleri ve gerçekleri hiç kavramadığını ortaya koyan bir tavırla yaptığı açıklamalar sadece ülkücülerin değil, toplumun genelinin büyük bir infialine neden olmuştu.

Hala kendisini küçük bir Anadolu şehrinde siyaset yapan bir insan gibi gören, her olaydan parti menfaati devşirmeye alışkın bir yaklaşım içindeki bu Sayın Danışman’a, meselenin bir siyasi parti mitingi olmadığını, milletin mitingi olduğunu birilerinin hatırlatması gerekir diye düşünüyordum ki, haberlere “MHP ve Devlet Bahçeli’den özür dilediği” bilgisi düştü.

Akabinde Sayın Cumhurbaşkanı bu özrü bizzat kendilerinin istediğini televizyonda söylediler.

Peki, özür dilemese ne olurdu?

Bu yükü ne kendisi taşıyabilirdi, ne adına konuştuğunu düşündüğü yapı. Çünkü adına konuştuğunu düşündüğü yapı Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve beraberliğini temsil eden en yüce makamdır.

Danışmanlar, siyaset yapan kişiler değildir. Kendilerine o sıfatı verenlere memuriyetle görevlidirler. Onlara sorun üretmez, sorunların çözümünde rol üstlenirler.

Sayın Başdanışman’ın uzun yıllara dayalı siyasi birikim sahipliği ve aynı zamanda yetkin bir hukukçu olarak tanınması o kanaatteyim ki, başdanışman sıfatına layık bulunmasına yol açmıştır.

Devlet ve siyaset hayatının bu en nazik anlarında herkesin çok daha fazla ölçülü ve dikkatli olması, kırılgan alanlar yaratmaması büyük önem taşımaktadır.

Artık, gün parti, oy devşirme, taraftar yoğunlaştırma günü değil; ülkeyi kazadan beladan uzak tutma, birlik ve bütünlüğümüzü sağlama alma günüdür.

Yenikapı milletin mitingidir. Orda yükselecek her ses milletin sesidir. Ev sahibi de, davet sahibi de millettir.

Diğer Yazıları