Bırakın sıfırlamayı, şimdi sıfırlanma zamanı!

Ahmet Tezcan

Ahmet Tezcan

Bir önceki genel seçim, 2011 Genel Seçimleri yapıldığı günün akşamı SkyTürk Televizyonu’nda idim. AkParti yüde 50 oy alarak iktidarını üçüncü defa pekiştirmişti. Programı sunan Murat Sabuncu ve Kerimcan Kamal “Önce Erdoğan’ın balkon konuşmasını dinleyelim, sonra bu yüzde 50 ne anlama geliyor onu konuşalım” dediler. Dinledik. Erdoğan “Çıraklık ve kalfalık dönemini geçtik, şimdi ustalık dönemindeyiz” dedi balkonda ve kucaklayıcı konuşmalarından birini daha yaptı.
Programa döndük ve sordular; “Seçmenin AkParti’ye verdiği yüzde 50 ne anlama geliyor?”
Verdiğim cevabı kelimesi kelimesine hatırlıyorum.
“Ak Parti’nin ve Erdoğan’ın duaya olan ihtiyacı yüzde 50 oranında artmıştır!”
Murat ve Kerimcan şaşırdı; “Ne demek bu?” diye sordular. Cevapladım:
“Ben 8 yıl boyunca yakından şahitlik ettim, 8 yıl boyunca bıçak sırtında hükümet oldular. Erdoğan’ın ve AkParti’nin kişisel ve kurumsal olarak hayatı, Hakkari’de olduğu kadar Ankara’da da büyük risk altındaydı. Bu hayati tehlikeye rağmen sistemin buzlarını kıra kıra ilerlediler ve şimdi yüzde 50 oy ile tekrar iktidar oldular. Bıçak sırtından kurtuldular ama şimdi bıçak ucuna geldiler. Bu noktadan itibaren birinci dereceden rakipleri ve düşmanları, kişisel ve kurumsal egodur, onunla baş edebilmek ise çok zordur.”
Bir de ustalık dönemi’nin anlamını sordulardı.
“Keşke o sözü söylemeseydi.” dedim. “Tanıdığım tek usta babamdı. Bir kamyonu en küçük vidasına kadar söker, yeniden takardı. Şoförlerin Piri derlerdi Çerkes Hikmet Usta’ya. Bir gün ona ‘ustalık nedir’ diye sordum, bana hayatımın rehberi olacak bir cevap verdi, ‘ustalık temkindir’ dedi. Temkin; kişinin kendinden emin olmama halidir. Bence AkParti ustalık dönemine bu üçüncü dönemden sonra girecek, henüz usta olmuş değil.”
Orada söylediklerimi daha sonraki tv programlarında kim davet ettiyse üç aşağı beş yukarı tekrar ettim. Van Depremi ve sonrasındaki hadiseler, meydanlarda atılan “Büyük Usta” sloganına cevap gibiydi ve Erdoğan mesajı alıp o sözden ve slogandan çabucak döndü, hatta toplantılarda kendisi takdim edilirken söylenen “Büyük Usta” anonsunu yasakladı.
Hatalardan çok çabuk ders alabilen bir yapısı var Erdoğan’ın. Hata yapmaktan korkan biri de değil. Hiç hata yapmayanın hiç bir şey yapmayan olduğunu biliyor, hata yaptığında bunu kabul edip ders çıkarabiliyor. Bunu açık açık söylemekten de çekinmiyor.
Yakın tarihin en büyük siyasi ve manevi inanç kırılmasına yol açan 17/25 Aralık Operasyonu’ndan sonra “Bunların alnı secdeye geliyor diye düşündük ve aldandık, bizi aldattılar, sırtımızdan vurdular, kandırıldık” demişti. İnsan olarak evet ama bulunduğu makam itibariyle kabul edilemez bir itiraftı bu ama bir gerçeğin altının çizilmesi bakımından da çok önemli idi.
Erdoğan hatasını kabul etti, fakat Gülen Cemaati 40 yıl toplum nazarında sabırla ördüğü Nezahet Hırkası’nı parçalayıp bir kenara atarak Hakaret Zırhı’nı bürünüp saldırıya geçti ve hatasını kabule asla yanaşmadı.
Peki neydi Erdoğan’ın bulunduğu makama rağmen itiraf ettiği; kendisini “Altın Nesil” olarak nitelendiren Gülen Cemaati’nin ise kabule yanaşmadığı hata?
Said Nursi’nin muhteşem bir tespit ve reçetesi vardır toplum için. Toplum olarak halimizi anlatırken 3 duruma vurgu yapar.
Cehalet... Zaruret... İhtilaf...
Buna karşılık 3 çözüm önerir.
Sanat... Marifet... İttifak...
Bendeniz nam-ı diğer Amedbaba; bu tespit ve çözümü şöyle anladım:
Toplumun cehaleti; kötü yönetimin ülkeyi ekonomik açıdan zarurete düşürmesiyle gerçekleşir ve cehalet ile zaruretin birleşmesi, toplumsal ihtilafa, kaosa, kargaşaya, anarşiye yol açar.
Bunu ortadan kaldırmak için Said Nursi’nin Sanat kod adını verdiği sivil toplum dinamikleri, yani STK dediğimiz yapılar, Marifet kavramıyla ifade edilen Siyasi Yönetim’e yapıcı eleştirileri ve cehaleti ortadan kaldıracak eğitim faaliyetleri ile destek olmalıdır. Sivil Toplum Kuruluşları, STK’lar bu faaliyetleri ile Yönetişim alanı içinde bulunurlar. Yönetim yani siyasi iktidar alanında olanlar ise, Yönetişim alanında olana rahat faaliyet yapabilmesi için destek olur, imkan sağlar. Bu ikisi; yani Yönetişim ve Yönetim elbirliği yaparsa, toplumsal barış, birlik, İttifak sağlanır.
Said Nursi’nin bu çözümü bir yere kadar başarıyla uygulandı ve AkParti 2011 seçimlerinde yüzde 50 ile 3. Kez iktidar oldu.
Sonra?
Görüldü ki; uygulamada çok vahim hatalar yapılmış, çizgi aşılmış, kimse kendi alanı içinde kalmamış, haddi hududu yok etmişler.
Yönetişim alanında kalması gereken en güçlü STK, yani Fethullah Gülen Cemaati bütün planlarını Yönetim’i ele geçirmek için yapmış. Arka planda bu amaçla kurduğu iç ve dış bağlantılar, ortaklıkların da “hadi” diyerek gaz vermesiyle kendisini hazır hissettiği an düğmeye basarak operasyona girişmiş.
Yönetim ise; “Bunların alnı secdeye geliyor, hazır kadroları da var” diyerek Yönetişim alanında kalması gereken yapıyı, işin kolayına kaçarak Yönetim Ortağı haline getirmiş ve iş bir noktadan sonra kontrolden çıkmış, Siyasi İktidar kendi eliyle kendine darbe yapar konuma sürüklenmiş.
Tam da Neşet Usta’nın “Kendim ettim kendim buldum / Gül iken sararıp soldum” diye tarif ettiği durum!
Yönetişim’de olanın da, Yönetim’de olanın da haddi aşarak, Hak kavramına riayetsizlikle ipi kendi boyunlarına geçirip, ayakları altındaki sandalyeyi itip intihara teşebbüs ettikleri bir manzara...
İki taraf da kendilerini en güçlü hissettikleri anda, en aciz duruma düşmüşler... ki zaten kişisel, kurumsal ve toplumsal yapıların en zayıf anı, kendisini en güçlü hissettiği andır. Şaşmaz bir kural bu.
Temkin! Ah o temkin!
Şoför Çerkes Hikmet Usta’nın “Ustalık temkindir!” sözü; usta kabul ettiği Said Nursi Hazretleri’nin sözlerini özüne nakşeden çilekeş bir hayatın en büyük sermayesi olsa gerek.
Toplum olarak; fert fert, kurum kurum şimdi buna ihtiyacımız var.
Kendimize format atarak, kendimizi Hak zemininde, temkini elden bırakmadan inşa etmemiz gerekiyor, haddimizi bilerek, başka alanlara göz dikmeden!
Sıfırlanmalıyız!

Diğer Yazıları