Anadolu Kaotik Düzeni ve Başkanlık Sistemi

Metin Külünk

Metin Külünk

Anadolu coğrafyası tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Tarihi süreklilik içerisinde kurulan devletlerin halkları çeşitlilik gösterdiği gibi, bu halkların farklı yaşam şekilleri de birbirini etkilemiş ve ortaya muhteşem bir sentezin çıkmasını sağlamıştır. Bu sebeple Anadolu coğrafyası bir kilimin motifleri gibi her renk ve dinden insanın kendi kültür ve inanışlarıyla harmanladıkları ortak bir medeniyet havzası olarak anılmıştır.
Bu kadim kara parçasında Türkmen, Kürt, Zaza, Gürcü, Boşnak, Çerkez, Arap, Arnavut, Laz, Hemşin, Pomak, Çingene, Rum, Ermeni, Süryani, Sefarad ve Aşkenaz gibi kimliklerin bir arada yaşama kültürünü sentezledikleri etnik vatandaşlık haritası oluşmuştur. Bunun yanında yine dini inanışlar bakımından da Müslüman (Sünni, Şii, Caferi ve Alevi), Hristiyan (Ortadoks ve Katolik), Yahudi, Yezidi vb. gruplar bu etnik kimliklerin her birinin içerisine yayılan bir çeşitlilik göstermişlerdir. Bu etnik ve dinsel çeşitlilik aynı zamanda çok dilliliği de beraberinde getirmiştir. Anadolu coğrafyasında Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Arapça, Arnavutça, Boşnakça, Çerkezce, Abazaca, Ermenice, Hemşince, Lazca, Romanca, Rumca, Süryanice, Farsça, İbranice ve Almanca gibi diller halen yaşam sürdürmektedir.
Her ne kadar Batılı araştırmacılar tarafından bu kadar etnik, dinsel ve dilsel kimliğin bir arada yaşıyor olması Türkiye gibi bir ülke için handikap ve yumuşak karın olarak gösterilse de, aslında bu durum iyi yönetildiği takdirde en büyük zenginlik eseridir. Bir ülkenin en büyük zenginliği insan varlığıdır.
Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan Türkiye; aynı zamanda coğrafi olarak Doğu’dan Batı’ya farklı etnik ve dini grupların yaşam bulduğu ülkelerle çevrilidir. Doğu’dan Batı’ya baktığımızda bünyesinde çok farklı etnik ve dini kimlikleri barındıran Gürcistan, Ermenistan, İran, Irak, Suriye, Bulgaristan ve Yunanistan gibi ülkelerle karadan sınırı bulunan Türkiye; Karadeniz ve Akdeniz üzerinden de birçok ülkeyle yakın suyolu ilişkisi içerisindedir.
Tarih boyunca Anadolu başta olmak üzere Balkanlar, Mezopotamya ve El Cezire bölgesi kendi iç dinamiklerinden beslenen, etnik ve dinsel çeşitliliğin uyumundan ortaya çıkan kaotik bir düzene sahip olagelmiştirler. Bu coğrafyalar üzerinde üç kıtaya yayılan en büyük imparatorluklardan birini kuran Osmanlı yaklaşık 400 yılı aşkın bir süre egemenliğini merkezi otoriteye tam bağlılık esasına dayalı, yerel gruplara geniş özerklik tanıyan, millet sistemiyle sürdürmüştür. Osmanlı 400 yıl boyunca kaotik sistemi kendi iç dinamiklerine göre kabullenerek tarihi bir başarı hikâyesi yazmıştır. Lakin bu sisteme 1800’li yılların ikinci çeyreğinden itibaren müdahaleler başlamıştır. İyi niyetli de olsa başlatılan reform hareketlerinin iç dinamiklerden bağımsız, baskı ve dayatmanın eseri olarak gerçekleştirilmesiyle yönetimsel model örselenmiş ve istikrarsız bir idari model ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu istikrarsız idari model sorununu iki asır sonra bugün dahi yaşamaktayız. Şu bir gerçektir ki, Anadolu coğrafyasında başlangıç şartlarına bağlı olarak tarihsel deneyimden süzülerek gelen yönetimsel tecrübenin örselenmesi, kaotik düzenin bozulmasına ve imparatorluğunun yıkılışını getiren bir takım zincirleme olayın tetiklenmesine yol açmıştır.
Kaotik terimi insanın hesaplamaya muktedir olmadığı, son derece karmaşık ama kendi iç düzenine sahip süreçleri kast eder. Kaotik sistem ise başlangıç koşullarına hassas derecede bağlı bir düzen sistemidir. Rastgele bir sistem değildir. Kaotik sistemler bilinçsizce de olsa, tüm girdilerin değerlendirildiği ve buna göre nihai bir davranışın ortaya çıktığı sistemlerdir. Kaotik düzenlerde dikkat çeken iki nokta vardır. Birincisi sistemin gelecekteki durumunun başlangıç şartları ile çok sıkı ve hassas bir biçimde olması, ikincisi ise sistem karmaşıklaştıkça, sistemi kaotik duruma sokacak başlangıç değişkenlerinin sayısında ve karmaşıklığında büyük artışlar yaşanmasıdır. Konuyu daha derinlemesine incelemek gerekirse fizikçilerin ortaya koydukları bilardo topları örneğinden yola çıkmak uygun olacaktır. “Birkaç milyon bilardo topu içeren büyük bir bilardo masası düşünelim. Masada bulunan bilardo toplarının hareketlerinin oluşturacağı karmaşıklık aslında son derece bir düzen içerisindedir. Çünkü o düzenin şartlarını belirleyen başlangıç noktasıdır. Başlangıçta ilk topa vuran kişi bir düzen içerisinde o topların zincirleme bir şekilde arzu edilen noktalara ulaşmasını sağlayan vuruşu yapmıştır. Topların hareketi her ne kadar karmaşık gibi görünse de kaotik bir düzen içerisindedir. Tıpkı bir bardağın içerisindeki suyu oluşturan milyarlarca su molekülünün birbirini etkileyen hareketleri gibi bilardo topları da kaotik bir düzen içerisinde hareket etmektedirler. Bu kaotik düzenin en önemli belirleyeni başlangıç şartlarıdır.”
Bugün Anadolu, Balkanlar, Mezopotamya ve el Cezire bölgesinde yaşanan tüm sıkıntıların temel sebebi bu coğrafyaların temel dinamiklerini belirleyen şartlara uygun olmayan dış müdahale ile şekillendirilen yönetimsel modellerdir. Çünkü bu coğrafyalara yapılan dış müdahaleler başlangıç şartlarına uygun olarak yürüyen kaotik düzeni alt üst etmiştir. Aslında durum derinlemesine incelendiğinde özellikle 19. Yüzyılın sonrasında bu coğrafyalara karşı Batı merkezli yürütülen politikaların ana merkezinde bu bölgenin temel dinamiklerini (başlangıç şartlarını) yok etmek olduğu da görülebilmektedir. Bu sebepledir ki, coğrafyanın insanları son yüz yıldır Batı emperyalizminin esareti altında geçen yenilmişlikleriyle başa çıkmanın yolunu geçmişe olan özlemle ifade edegelmişlerdir. Bu coğrafyada başlangıç koşullarından ayrık, o koşulları göz ardı ederek tasarımlanmış tüm sistemler insanlara mutluluk yerine acı, huzur yerine kavga getirmiştir. Kavganın yerini barışa, acının yerini mutluluğa bırakması için yapılması gereken bölgenin temel düzenini belirleyen kaotik sistemin iki temel unsurunu göz önünde bulundurarak yeni bir yönetimsel model kurgulanmasıdır.
Kaotik düzenin bozulduğu böyle bir coğrafyada başarılı bir sistemin ihdasının ön koşulu iki temel düzeni göz önünde bulundurmak olacaktır. Birinci olarak kaotik sistemler içkin bir düzene sahiptirler, rastgele değildirler. İkinci olarak ise kaotik sistemler başlangıç şartlarına çok hassas bir biçimde bağımlıdırlar.
Kendi içkin düzeni bulunan bir sistem dışarıdan müdahaleye maruz kaldığı sürece arıza verir. Tıpkı dişlilerin arasına sokulan harici bir cismin yaratacağı etki gibi kaotik sistemlere de dışarıdan yapılan müdahaleler parçalanmalara sebep olur. 18. yüzyıl ve sonrasında Osmanlı’nın 400 yıllık yönetimsel modeline karşı ithal aklın ürünü olarak geliştirilen müdahalelerin koca bir imparatorluğun üzerine kurulduğu dinamikleri örselemesi de böyledir.
Kaotik düzenlere tarihin belirli bir noktasında dışarıdan yapılan her müdahale başlangıç şartlarının örselenmesini sağlayacaktır. Böyle bir durumda dış müdahalenin ortaya çıkarttığı düzensizliği gidermenin bir tek yolu bulunmaktadır. Kaotik düzenin kendi içkin şartlarına uygun şekilde yeniden başlangıç şartlarına uygun bir sistem oluşturmak gerekmektedir.
Coğrafyanın temel şartlarına uygun, çok dilli, çok dinli ve etnik kökenli yönetimsel düzen iki yüz yıllık düzensizliği aşabilmenin yegâne yoludur. İnsanlarının kendini özgürce ifade edebileceği, her grup ve yapının gerek yerelde, gerekse merkezi hükümet bünyesinde yönetime diğer tüm kişi ve gruplar ile eşit şartlarda katılabileceği, sayısal olarak az, niteliksel olarak dağınık grupların dahi özerk yönetimsel iradeye kavuşabilecekleri, en dar alanlara kadar indirgenmiş millet temelli bir düzenin ihdası gereklidir. Yerelde özerk, merkezde ise yine kendi seçtiği otoriteye tam bağımlılık esasına dayalı yönetimsel düzenin kurgulanması bu coğrafyanın son iki yüzyılda birilerinin elinde kukla olmaya varan talihsizliğini yenecek sihirli formüldür. Öze dönüş temelli böyle bir dönüşüm ve değişim bu coğrafyanın tekrar dünyaya nizam veren medeniyet havzası olmasının yolunu açacaktır.
Yeni bir anayasa ve bu anayasa eksenli tartışılan Başkanlık sisteminin bir de yukarıda ifade etmeye çalıştığımız kaotik düzen ekseninde düşünülmesi gerektiği inancındayım. Bu millet için esas olan Batı’da ya da Doğu’da arayış içerisinde olmak değildir. Esas olması gereken kendi iç dinamiklerine ve tarihi mirasına dönmektir. Milletimiz kendi şartlarımıza uygun yönetim modelini yeniden el birliğiyle kurabilecek iradeye sahiptir. Kurulacak sistemin adının ne olacağının da önemi yoktur. Asıl olan iki yüz yıldır yaşadığımız yönetimsel arayışı kendi iç dinamiklerimizi merkeze alarak şekillendirebilmektir. Bunun için muhtaç olduğumuz kudret kendi içsel dinamiklerimizde yeterince mevcuttur.

Diğer Yazıları